Millî Eğitim Bakanlığı tarafından ortaöğretim kurumları için hazırlanan 100 Temel Eser arasında da yer alan kitaplardan biri Sami Paşazade'nin Sergüzeşt adlı romanıydı. 

Önce Sami Paşazade'den söz edeyim.  1860'ta İstanbul'da doğdu. Babası Abdurrahman Sami Paşa'nın konağında özel öğrenim gördü. 1880'de Evkaf Nezareti Mektub-i Kalemi'ne memur olarak girdi. Ertesi yıl Londra elçiliği ikinci kâtipliğine atandı. 4 yıl İngiliz ve Fransız edebiyatlarını inceledi. Elçilikteki görevinden İstifa edip İstanbul'a döndü. İstişare Odasına memur oldu. 

"Sergüzeşt" Sami Paşazade'nin ilk romanıydı. 1888'de yayınlandı.  Bu romanından dolayı göz hapsine alındığı korkusuyla 1891'de Paris'e gidip Jön Türkler'e katıldı. İttihat ve Terakki'nin Paris merkezinde görev yaptı. Örgütün yayın organı olan "Şura-yı Ümmet" gazetesinde 2'nci Abdülhamit'in baskıcı rejimini eleştiren yazılar yazdı. 1908'de 2'nci Meşrutiyet'in ilanından sonra İstanbul'a döndü. 

1909'da Madrid Büyükelçiliği'ne atandı. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Madrit'ten İsviçre'ye geçti, savaşın sonuna kadar burada kaldı. 1921'de emekliye ayrıldı ve İstanbul'a döndü.  Hayatının son yıllarında Büyük Millet Meclisi kararıyla "Hidamat-ı vataniyye tertibinden" maaş bağlandı.

Sami Paşazade Sezai, Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan gibi yazarların etkisinde kaldı. Batı edebiyatına yöneldi. Alphonse Daudet'den esinlenerek yazdığı kısa öyküler yazdı. 

Söylev türündeki ilk yazıları 1874'te "Kamer" gazetesinde çıkmaya başladı.  İlk kitabı 3 perdelik tiyatro oyunu "Şir" "Aslan"  1879'da basılmıştı. Macera anlamına gelen "Sergüzeşt" 1889'da, Küçük Şeyler adını taşıyan öykü kitabı ise 1892'de yayınlandı. Sohbet,  anı, eleştiri türlerine katabileceğimiz Rumuzu'l- Edeb 1900'de,  İclal ise 1923'de basılmıştı.

Tanzimat dönemi düşünce sisteminde kölelik sistemine eleştiri vardı. Halkı eğitmek,  köhneleşmiş kurumları ve düşünceleri değiştirmek amacı güdülüyordu. Yazar, Sergüzeşt'te,  hayatı boyunca satılan, ezilen, oradan oraya atılan, bir insan olarak duygu ve düşüncelerine değer verilmeyen bir esirin dramını konu edinmişti. 

Osmanlı'nın esaret kurumuna bakışına eleştiri getirilirken, kuşak çatışması işleniyordu.  Romanın kahramanlarından Asaf paşa ve Zehra hanım, sosyal ilişkiler ve evlilikte zenginliği öne çıkmakta, oğulları Celal ise zenginliğin önemli olmadığını, asıl olanın güzellik, namus olduğuna inanmaktaydı.  Konusunun gerçek hayattan alındığını söyleyebiliriz. "Sergüzeşt" Türk edebiyatında romantizmden gerçekçiliğe geçişin başarılı örneklerinden biri sayılır.

Romandan bir özet vermek istiyorum: Kafkasya kökenli Dilber, dokuz yaşında Mustafa Efendi adında bir memura satıldı. Evin hanımının zulmünü yaşadı. Mustafa Efendi Erzurum'a bağlı bir ilçeye atanınca Dilber'i esirciye satıldı. Asaf Paşa'nın konağına düştü.  Dilber burada rahat etti. Ailenin oğlu Celal Avrupa'da okumuş, resim çalışmış, kültürlü ve yakışıklı bir gençti. Dilber'i model olarak kullandı. Zamanla birbirlerine yakınlık duydular. Anne baba durumu sezince, oğullarının haberi olmadan kızı bir esirciye sattı.  Dilber, Mısırlı bir tüccara satıldı. Tüccarın hareminde kalmaktaydı. Dilber'in sırrını öğrenen Cevher, onu İstanbul'a kaçırmaya karar verdi. Bir gece, harem dairesine merdiven dayayarak kızı indirdi. Kendisi de inerken düşüp, öldü. Yaldız kalan Dilber, ne yapacağını bilemediğinden, kendini Nil nehrinin karanlık sularına bıraktı.