Öyle çok gerilere, Kudüs'ün Osmanlı Ordusu'nun başında Alman komutanlar varken İngilizler'e teslim edilişine kadar gitmeyeceğim. Lawrence'in kuyruğuna takılmış "ümmet" Brütüsleri'nin "hançeri"ni falan anlatmayacağım size. Çünkü "toz kondurmama" üzerine kurulu tarih anlayışınızla çatışır o dönemler...

Biliyorum, artık insanların hafızalarında "dün" yok, "an" var ve algılarımızdan ibaret tüm değerlendirmelerimiz. Ama eğer Kudüs "kırmızı çizgimiz" ise gerçekten ve "vazgeçilmez mukaddes" ise, önce olayı doğru kavramak zorundayız.

Emperyalizmin Ortadoğu oyununun, Osmanlı'nın çöküşünden sonra açılan ilk perdesi, 1967'de yaşanan 6 gün savaşlarıydı. Arap ülkelerine ağır bir darbe vuruldu, savaş makineleri büyük hasar aldı. 

Ortadoğu'daki ikinci perdeyi BOP'la açtı emperyalist güçler. "Demokrasi", "özgürlük", "diktatörlerin devrilmesi" gibi çok cazip ve reddedilmesi imkansız bir ambalajla sunulan Arap Baharı da diyebilirsiniz siz ona.

BOP'un ilk adımı, Irak'ın ABD tarafından işgal edilmesi, Saddam Hüseyin'in devrilerek Irak halkının özgürleştirilmesiydi. ABD, NATO'ya girmek için bedel ödeyen Türkiye'yi Bağdat'ı ele geçirmek için geçilecek en güvenli kapı olarak gördüğü için o meşhur 1 Mart tezkeresini gündeme getirmişti. Türkiye'nin Güneydoğu bölgesini Mersin'den Bağdat'a giden yolda "geçiş güzergahı" olarak kullanacak 60 binden fazla ABD askerine "vize" anlamına geliyordu o tezkere. Türkiye'nin bir dönem "Küçük Amerika" olacağına inanan liboşları, sözde demokratlarına maalesef muhafazakâr hatta siyasal İslamcı bazı kadrolar da katıldı, 1 Mart tezkeresini savundu ısrarla.

Ama Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin "yeter sayıda" milletvekilini ikna etmeye yetmedi tüm haykırışlar...

ABD, yine de Irak'a girdi. Taş üstünde taş bırakmadı. Coni'ler Iraklı kadınlara, kızlara, hatta çocuklara camilerde, mescidlerde tecavüz ederken, oradan yükselen çığlıkları hiçbir İslâm ülkesi duymadı. Irak'ın erkekleri, sokaklarda öldürülürken, cezaevlerinde coplu tecavüzlerin yaşandığı işkenceler altında inlerken de...

Kan, vahşet, gözyaşı, acıların en büyüğü yaşanıyordu Irak topraklarında. Bugün İsrail zulmü altında inleyen Filistinliler gibi feryat ediyordu Irak halkı. Kütüphanelerindeki el yazması eserler yağmalanıyor, profesörleri öldürülüyor, Irak'ta bir toplumun "hafızası" yanında İslâm medeniyeti de yok ediliyordu. Ne Filistinliler duyuyordu o çığlıkları, ne diğer Müslümanlar... Herkes Saddam'ın bir çukurdan çıkarılışını, heykellerinin bir bir yıkılışını alkışlıyor, ama o heykellerle birlikte yerle yeksan olan insanlığı kimse göremiyordu. Konu Saddam değildi aslında, bunu da kimse anlamıyordu.

* * *

BOP, Irak'la sınırlı değildi. "Ülkelerin sınırları değişecek, yeni ülkeler oluşacak" demişti zaten ABD'nin en yetkili ağızları. Ardından Libya'da başladı Arap baharı. Kudüs aşkına bombalıyordu Fransız uçakları Libya'yı. Kaddafi'yi yerlerde sürükleyenler, İsrail'in önündeki bir engeli daha yok ediyordu aslında. Beyni uyuşturulmuş kuklalar emperyalizmin ve insanlığın cehennemine giden yollara taş döşüyorlardı. Libya'dan yükselen feryatları da kimse duymadı. Orada yaşanan acıları da kimse hissetmedi. Tıpkı bugün Kudüs'te, Gazze'de, Filistin'in diğer bölgelerindeki feryatları, acıları diğer İslâm ülkelerinin hissetmediği gibi.

Ortadoğu'da sergilenen "büyük ortaoyunu" Suriye'ye de aynı trajediyi getirdi. ABD'nin kuyruğuna takılmış kim varsa, Suriye'deki yangını söndürmek yerine benzin döktü, körük tuttu. Emevi Camii'nde namaz kılma hayali, İsrail'in önündeki "büyük eşik" Suriye'yi de harabeye çevirdi.

Halbuki, Irak'ın, Libya'nın, Suriye'nin ve elbette Türkiye'nin sapasağlam ayakta kalması, Kudüs'ün de teminatıydı. Trump, Kudüs adımını atmadan önce Suudi Arabistan'ı hizaya getirdi "örtülü darbe" yaşandı Riyad'da. 1969'da "petrol boykotu" başlatan Suudi Arabistan'daki “diktatörlük”, medyaya “Kudüs’le ilgili gelişmeleri haberleştirmeyin” talimatı verdi. Talimattan önce "saray güdümlü" kalemşörler zaten pozisyon almıştı. Tıpkı, 1 Mart tezkeresi döneminde Türkiye’de olduğu gibi.

Birkaç örnek verelim: 

Hamza Muhammed el-Salim: İsrail ile barış sağlandığında, o ülke Suudi Arabistan'ın ilk turist durağı olacak.

Suud el-Fawzan: Yahudilerin savunucusu değilim ama bana bir Suudi öldürmüş tek bir Yahudi söyleyin ve ben de size kendi vatandaşlarını öldüren binlerce Suudi söyleyeyim.

Muhammed el-Şeyk: Filistin meselesi bizim meselemiz değil.

Bizde 1 Mart tezkeresini savunan, Irak, Libya ve Suriye harap olurken zafer çığlıkları atanların bakış açılarına ne kadar benziyor değil mi?

* * *
İsrail, bugün sadece Kudüs'te, Gazze'de Filistinlilere karşı zulüm uygulamıyor. Günlerdir Suriye'nin belli noktalarını bombalıyor. Suriye'nin, diğer cepheler dururken İsrail'e karşı bir hamle yapması mümkün değil.

Bugün Filistinlilere "el uzatabilecek" sadece iki ülke kaldı: Türkiye ve İran... ABD, bir yandan İran'a savaş için bahane üretmeye çalışırken, Türkiye’yi de köşeye sıkıştırmak için ardı ardına adımlar atıyor. 

Türkiye’den Filistin'e giden yol Suriye’den geçiyor. Ama Suriye harabe, İsrail’e kafa tutacak hali kalmadı. Mısır ise Vahhabi çetesiyle birlikte ABD’nin güdümünde. Zaten her iki ülkeyle de bizim ilişkilerimiz bozuk. İki ülkeyle olan geçmiş dostluğumuz "stratejik derinlik"te boğuldu çünkü... Saddam'ı, Kaddafi'yi, Esad'ı devirerek, Irak, Libya ve Suriye halklarına değil, Kudüs'ü başkent yapmak isteyenlere hizmet edildiği net bir şekilde ortada değil mi?

Müslümanlar Kudüs'ü; BOP'la bitkisel hayata sürüklenen Irak'ı, Libya'yı, Suriye'yi feda ederek bir kez daha kaybetti.

Sadece Kudüs'ü mü?