Sevgili  güldükçe güller açar yüzlerinde. Ve o güllerin üzerine gül koklanmaz. Ufak tefek kusurlar hoşgörülmelidir, çünkü gül dikensiz olmaz. Gelinlik kızlar ve evlenme çağına gelmiş delikanlılar güllü çorap giyerler. Evlenme çağına geldiklerinin işaretidir. Gül şeklinde örülen oyalara ise gül oya denir. Gül manilerimizde de vücut bulmakta: 
Altın yüzük var benim /  Parmağıma dar benim /  Senirkent'in içinde /  Elâ gözlü yâr benim
 Ay doğar sini gibi /  Sallanır selvi gibi  / Ben yarimi tanırım /  Isparta gülü gibi
 Güle serdim güle serdim, /  Gül mendili güle serdim, /  Gül topladım gül yanaktan, /  Al gülü gülşene serdim...
  "Gül yolladım gül yolladım, / Gülü gülüme yolladım, / Bülbül güle dem dökerken, / Ben gülüme gül yolladım."
 
İnsan ömrü ile goncanın ömrü arasında bir benzerlik kuranlar vardır. İnsanın ömrü gibi goncanın ömrü de kısa.  Sabahleyin esen rüzgâr, goncanın ömrüne son verir. Gonca da insan gibi ömrünün nasıl gelip geçtiğini anlamaz.
Rengi, şekli, kokusu, dikenleri ve kısa ömürlü oluşu dolayısıyla bir yığın teşbihe konu olan kırmızı gül, ateşe, ya da ateş güle benzetilir. Nemrut'un İbrahim Peygamberi mancınıkla içine attığı ateşin Tanrı'nın emriyle gül bahçesine dönüştüğü anlatılır. 
Doğanın en zarif ve nazik çiçeği olarak kabul edebileceğimiz güle bazı yörelerde menekşe deniliyor. 

Gül sevgisi dostluğa, dostluk Allah için sevmeye, bu da insanı evliya ve Peygamber sevgisine götürebilir. 

Çünkü menfaat duygusundan uzak muhabbet çok önemlidir. ''Muhammedsiz muhabbetten ne hâsıl'' diyenler için ancak Peygamber sevgisiyle Allah'a yaklaşmak mümkün olduğundan, gül sevgisi de insanı Allah'a ulaştırıyor. Burada gonca ''vahdet''i, ''gül-i rana'' içiçe sevgileri, ''gül-i sadberk'' binbir alakayı ifade etmekte ve kırmızı gül de ilahi ihtişamın tezahürü sayılmaktadır. Böylece, eski şiirimizde gül, çeşitli görünüşleriyle beşeri aşktan ilahi aşka kadar pek çok merhaledeki çok boyutlu aşk duygusunu sembolize etmektedir. 

Gül yetiştirmek zahmetli bir meşgaledir aslında. Onun geleneği, nazla beslenmesi, itina ile tımarlanmasıdır. İster bir bahçıvan elinde, ister kırlarda Hüdayi-nabit yetişsin, gül naziklik ile güzelleşir, asalet ile ziynetlenir. Suyunu rahmet yağmurlarından da alsa, bahçıvan ibriğinden de; gıdasını rüzgârdan da alsa, çapalanan topraktan da, gül bir şahtır, şahı ezhardır (çiçeklerin şahı), dolayısıyla şahanedir.
 
Şüphesiz bütün zamanların en muhteşem aşıkına da sahiptir gül. Bülbülün aşkı dillere destansa eğer, bu yüzdendir. Yoksa şairler, kendi güllerinin bülbülü olmak için neden çırpınıp dursunlar; neden diken gibi olan rakipleriyle kavga etsinler, aşklarını anlatmakta bülbül ile yarışsınlar ki?!.. 

Bir gül için bin dikene katlanmak, bir sevgili uğruna hezar rakibe tahammül etmek değil de nedir? İyilik ile kötülük, güzel ile çirkin, kolay ile zor, dost ile düşman hep muayyen bir tezatlar dünyasında var olagelmişlerdir ya hani, işte gül de o dikenler arasında güzelliğini, ismetini ve asaletini koruyorsa; elbette âşık da onca rakib arasında kendi aşkını yüceltmenin yolunu arayacaktır. 

Gül, aşkın her çeşidinde sevgiliyi temsil eder; bülbül ise onun aşkıyla yanıp tutuşan âşıktır. Efsaneye göre, gülün rengi eskiden kırmızı değilmiş; bülbüle o zaman da hiç yüz vermiyormuş. Gülün bu kayıtsızlığına dayanamayan bülbül, günün birinde gidip onun gövdesine konuvermiş. Dikenler bülbülün göğsüne batınca akan kan gülün dibine dökülüp köklerinden damarlarına doğru yayılmış. Gül, işte o günden sonra kan kırmızı açmaya başlamış.
 
Gül, su ihtiyacını bülbülün kanı ile karşılamaktadır. Bülbül aşk şarkılarıyla kendinden geçerken, gül "naz" uykusundan uyanıp bülbülün kanını içer. 

Bülbül âşık, gül maşuktur.

Gül, âşığının kendisi uğruna ne kadar fedakârlığa katlanabileceğini, nelerden vazgeçebileceğini görmek için önce bülbülün dalına konmasına izin verir. (Hele bi bakalım faslı; avcının tuzağı) Sonra bülbülün (âşığın) kendinden geçmişliğinden yararlanarak dikenlerini batırıp bülbülün yüreğini / bağrını kanatır. Bülbülün kanını emen gül, goncalarını onun kanını kullanarak yapar; renk katar, koku katar.

Gülün goncasını "gül" yapan, bülbüldür.

Efsane bu ya: Gülün rengi eskiden kırmızı değilmiş. Bülbül ise güle âşıkmış. Gül, kendisi için yanıp tutuşan bülbüle hiç yüz vermiyormuş. Bu duruma dayanamayan bülbül gidip gülün dalına konuvermiş. Dikenler bülbülün gövdesine batınca akan kanlar gülün dibine dökülmüş ve kanlar gülün köklerinden ve dikeninden damarlarına geçmiş. Gül, o günden sonra kırmızı açmaya başlamış.