Salgının merkez üssü olarak kabul edilen İstanbul’un halini görüyorsunuz değil mi? Özellikle son birkaç haftadır… İstanbullular, hafta sonları ilan edilen sokağa çıkma yasağının ardından, geçen hafta yaşadığı 4 günlük evde oturmanın acısını adeta görevlerini yerine getirmiş olmanın verdiği gururla kendilerini sokak ve caddelere atarak kutladı! Evet bu olsa olsa kutlama olur. Hatta o kadar abarttı ki Pazar günü gece yarısını bir dakika geçmeden “yürüyüşe” çıkanlar bile oluyor. Ne anlamak mümkün ne empati yapmak. İnsanları evde tutmak için ne vaka sayılarının artması ne de ölümlerin fazlalaşması yetmiyormuş demek ki… Bu Türk tipi “Bana bir şey olmaz” mantığından öteye gitmiyor. Zira cehaletle savaşmak da giderek zorlaşıyor. Evde kal çağrılarını uyup haftalardır evinden burnunu çıkarmayanların bile sinirlerini laçkalaştıran bu görüntüler kim bilir sokakta bu cahillerle uğraşmak zorunda kalan zabıta ve polislere neler yaşatıyordur, nasıl bir haleti ruhiyeye büründürüyordur kestirmek güç. Hele insan kendisini onların yerine bile koymak istemiyor.

‘Ben Trabzonluyum bir şey olmaz’

Önceki gün ajanslara düşen haberlerde sokaklarda maskesiz, sosyal temassız boş boş dolaşanların polis ve zabıtayla kurduğu “diyalog” aslında her şeyi gün yüzüne çıkarıyor. Adamın biri “Ben Trabzonluyum bir şey olmaz” diyor bir diğeri ise maske uyarısı yapan polise “Takmıyorum parası neyse veririm, kes cezasını” diye çıkışıyor. Bunları okuyup, gördükçe insanın içinden neler geçiyor bilmem. İşin tuhaf tarafı aynı şahıs ikinci kez aynı yüklü miktarda cezayla karşılaşınca utanmadan sırıtabiliyor. Umarım bu ihlaller ve ihmaller nedeniyle kesilen cezalar yarın öbür gün bir nedenden af edilmez, taksitlere bölünmez. Aslında tüm bu dilekler gerçekleşse bile “Bana bir şey olmaz” düşüncesiyle yaşayanlar yine de akıllanmaz. Hastalığın pençesine düşüp kurtulsa da yine kendisini sokağa atar. Zira cahile herhangi bir konunun izahı zor. Bunu bir kez daha gördük.

15 gün yasak olsaydı…

Uyarılar, cezalar, bilim, doktor, yetkili vs. gibi yaptırımlar bu insanları evlerinde tutmaya yetmiyor. Aslında şöyle bir senaryo olsaydı belki tüm bunları yaşamak zorunda kalmayacak. Örneğin; Dünya Sağlık Örgütü’nün pandemi ilanının ve Türkiye’de görülen ilk vakanın hemen ardından 15 gün kesin sokağa çıkma yasağı ilan edilseydi aynı sıkıyönetimlerde olduğu gibi bunlar yaşanır mıydı? Sadece 15 günde virüsü alt edip en azından vaka sayısını azaltabilir miydik? O 15 günde Türkiye’ye giriş-çıkışlar engellenseydi, işyerleri kapatsaydı, insanlar evlerinden burnunu bile uzatmayıp sadece polis veya zabıta dışında sokakta yetkili kalmasaydı tüm bunlar yaşanır mıydı? İnsanlar işlerinden olmazdı, devlet insanların 15 günlük ihtiyacını karşılar ve şimdiye kadar her şey normale dönerdi.

Virüs, cahillerden daha akıllı

Şimdi de bilim insanları da dahil ikinci bir salgın vakası olmasın diye dua ediyor. Ama herkes biliyor ki bu iş duayla, adakla son bulmayacak. Hiçbir işi olmadığı halde sokakta elini kolunu sallayarak dolaşanlar ve yetkililere küstahlık yapanlarla bu “normalleşme” de gerçekleşmeyecek. Dünya ikinci bir dalgayı beklerken virüsün Türkiye’yi es geçeceğini düşünenler yanılıyor. “Bana bir şey olmaz” tayfasının aklının başına gelebilmesi için illa yoğun bakım tavanını izlemesi mi gerekiyor? Umalım da ikinci dalga ilki kadar bile sert olmaz. Olacaksa da virüs zaten sokakta elini kolunu sallaya sallaya anlamsızca dolaşanlardan daha akıllı olduğu için gidip kimin yakasına yapışacağını bilir.