Diyebiliriz ki; şiirde “güzel”, “güzel olmayan” arasında iki unsuru kıstas alabiliriz: Bunlardan biri, “şiirin yapısı” öteki ise “anlamı”dır. Buradaki “anlam” “duygusallığı”nı “konusunu” ve “coşku uyandırıcı anlatımını” içerir.

Şiirde “yapı”yı ve “manâ”yı kaynaştıran ona şairin özel yeteneğine göre “şiirsel bir ses” bir “müzik” kazandıran “sır” ise “ritim” yani “ahenk”tir.

Şiir yapısı bakımından “ölçülü, biçimli yani vezin’li ve kafiye’li veya serbest yani vezinsiz kafiyesiz de olabilir.

Vezinli ve kafiyeli yapıların mimarlık sanatında olduğu gibi yasaları, kuralları, ölçüleri vardır. Eğer vezinli kafiyeli, yani ölçülü biçimli şiir yazmak isterseniz, kurallarını bilmeniz gerekir.  Yarım yamalak “vezin” ve “kafiye” olmaz. Her şey, yerli yerinde ve “tam” olarak kullanılmalı. Bunu kitaplardan öğrenmek mümkün.

Şiirin “öz”üne yani anlamına, müziğine, duygusallığına gelince, bu, kitaplardan öğrenilmez. Bu, “güzel şiir”lerin duyarak okunması, üzerinde düşünülmesi, araştırılmasıyla keşfedilebilir. Elbette şiirin bu tarafı yetenek konusu. “Müzik” yeteneği, “resim” yeteneği gibi... Çok çalışılırsa bu yetenek kazanılabilir.

Aslında serbest şiirlerde de vezin ve kafiye var. Orhan Veli: “Yeni şiirimiz vezinsiz ve kafiyesiz değildir. Ama ondaki vezin ve kafiye ritmini bir nabız atışı gibi duyabilmek şartıyla...” demiş.

Medyatik olmayan, ama gerçek şairlerin şiirlerinden birini alınız. Ondaki sözcüklerden birini çıkartınız. Ya da bir sözcük ekleyerek okuyunuz. Şiirlik bir yanın kalmadığını görürsünüz.

Şiirle ilgili çeşitli satırbaşlarına değindikten sonra, biraz da “Şair kimdir?” sorusu üzerinde duralım.

Bu da soru mu? Elbet, şair şiir yazan ve söyleyen kişi. İlkçağlardan günümüze kadar toplumun ileri gelenlerinden, bilici ve sözcü olduğu için toplumun kutsadığı, toplumun ortak duygu ve duyarlıklarının kaynağı olarak görülen bir kişiler şairler.  

Şairin, eski toplumlarda Şamanların, evliyalık, hekimlik, müzisyenlik gibi rolü olduğunu biliyoruz.

Günümüzde, ortak duyarlıklar ve değerler toplumdan topluma değişeceği için şairlere evrensel özel değerler yüklemek yanlış. Yine de şair, güzel söz söyleyen ve sözü dinlenen saygın sanatçı. 

Şair yaşadığı dünyayı, olayları ve insanları herkesten farklı algılayabilmeli.  İzlenimlerini halka aktarırken ne günlük konuşma dilini kullanabilir ne de düzyazı tekdüzeliğini. Şairin dili diğer tüm yazın türlerinin dilinden üstün ve zahmet verici.

Bazı teorik bilgiler verilebilir ve fiziksel olarak şiirin yapısı, nasıl olacağı öğretilebilirse de şaire, şiiri ve şiir sanatını öğreten yoktur. Şiir yazmanın ne okulu, ne öğretmeni vardır. Roman nasıl yazılır, kompozisyon nedir, öykü yazmak nasıl olur, bunları öğretebilirsiniz, ama şiir öğretilemez.

Cahit Külebi diyor ki: “Şiire başlayan bir insan, hangi yaşta olursa olsun, en az on beş-yirmi yıl iyi bir okuyucu olmak zorundadır. Ondan sonra da şiir yazmağa başlamak için gerekli olan kendi dünyasını, dilini, biçimini bulmak zorundadır.” Demek ki şiir yazmak için okumalı ve de yaşam boyu iyi bir okuyucu olmalı.

Şairin yaratıcılığını engelleyen en temel nokta; kötü yazdığını düşünmesi. Şaire şunu hatırlatmamız gerekir: Şiirin, yaratıcı andaki ilk hali, onun şiir olup olmadığı hakkında pek bir şey söylemez. Şiiri akışına bırakınız. Bin bir kuramı, düzeltmeleri daha sonra yapmak mümkün ve gerekli.

Bir şairin, sırf şiir kuramlarını çok iyi biliyor olduğu için ya da şiir kuramlarıyla iyi şiir yazması mümkün değil. Kuramların çoğu düzeltmeleri yaparken gereklidir. Cevheri, ocakta bulduğunuz an işleyemezsiniz. Önce çıkarmanız gerekir ki, daha sonra cüruflarından temizleyip, makine başına geçip düzeltebilesiniz, şekiller güzellikler katabilesiniz.

İki soru sordum. Şiir nedir, şair kimdir? Bunların yanıtını verebildiğimi sanmıyorum. Dönüp dolaşıp Cenap Şaabettin’e sığınıyorum. Şiir tarif edilmez, kendi adesesiyle sözü çevirir” diyor. Derler ki eski ustalarımız: “Su nesir ise şiir buluttur. Yükselirken içindeki tuzu, sodayı ve çamuru yere bırakır.”

Gönlümden geçer ki, günümüzün şiiri, toplumumuzun duygu, düşünce, sevgi, saygı, inanç, yaşama sevinci hazinelerini keşfeden, gün ışığına çıkaran, onların süslenerek sunulduğu, gönül çiçekleri, meyveleri gibi olsun.

Günümüzün şairleri ise, kendini yaşatmaya, yürütmeye, ruhunu taze ve canlı tutmaya, kalbini güzelliklerden yana doldurmaya yettikten sonra, enerjisinin, duygularının artanını mısraların altın telleriyle, durgun ruhlara yollayabilen kişiler olsunlar. Çünkü bir yabancı şair, “İçinizde olmayan şiiri hiçbir yerde bulamazsınız.” diyor.