İstanbul büyük depremi bekliyor. Deprem “geliyorum” diyor ve ayak seslerini de duyuruyor hepimize. Marmara Ereğlisi açıklarında geçtiğimiz Perşembe meydana gelen 4.3 şiddetindeki sarsıntı, İstanbul’un Avrupa yakasını ayağa kaldırdı. Silivri, Büyükçekmece ve Avcılar, sahil ilçeler olduğu için sarsıntıyı daha şiddetli hissetti ve kısa süreli panik yaşadı.

İstanbul, 17 Ağustos 1999’dan bu yana çürük binaları ve depreme hazırlığı konuşuyor. Aradan geçen 21 yılda bilinen, hatta her kesimce dile getirilen “kentsel dönüşüm” noktasında ciddi adımlar atılmadı. Şehri depreme hazırlayacak, milyonu aşkın insan hayatını kurtaracak ve ülke ekonomisini büyük risklerden uzaklaştıracak “kentsel dönüşüm” rant hesaplarına kurban edildi.

İBB’nin yeni başkanı Ekrem İmamoğlu, gerek seçim çalışmalarında gerekse başkanlık koltuğuna oturduktan sonra depremi sık sık hatırlatarak kentsel dönüşüme dikkat çekti. Ancak, “deprem çalıştayı”nın ötesinde ciddi bir proje ortaya konulamadı henüz.

DAHA NEYİ BEKLİYORUZ?

Jeoloji uzmanları, İstanbul’da gerçekleşmesi beklenen depremin şiddetinin 7,2’den az olmayacağını söylüyor. Silivri açıklarında gerçekleşmesi beklenen depremin yıkıcı etkisinin yanında tsunami riskinden de söz ediliyor. Aynı uzmanlar, Perşembe günü gerçekleşen 4,3 şiddetindeki depremin ardından yaşanan küçük depremlerin, kırılması ve İstanbul’a ağır hasar vermesi beklenen depremi de tetikleyebileceği uyarısında bulunuyor.

Evet, hormonlu bir şekilde büyüyen, yapılarının çoğu “proje dışı” eklentilerle dolu, kaçak kat (ve dolayısıyla yük) barındıran, yaklaşık 50 bin yıkılması muhtemel bina olan İstanbul’da hızlı bir kentsel dönüşüm fiziken mümkün değil.

Her şeyden önce şehri deprem öncesi yenilemenin finansını bulmak mümkün değil. Bir de işin içine “rant hesapları” girince, zaten çözüm bulma imkânı da ortadan kalkıyor.

İlçe belediyeleri bazında “kentsel dönüşüm” adı altında bazı çalışmalar yapılıyor. Ama bu genellikle vatandaşların semtlerinden koparılması ve mülklerinin elinden alınması şekliyle gerçekleştiği için sıkıntılar çıkıyor. Yerinde dönüşüm, maliyet ve finans engeli nedeniyle de pek mümkün gözükmüyor. Bu düğümü çözmek, hem konut sahiplerinin hem de yetkililerin özveride bulunması ile mümkün.

“Geliyorum” diyen depreme rağmen, şehri yönetme yetkisi verdiklerimizin İBB Meclisi’nde “siyasi atışma”larla ve “ayak oyunları”yla zaman geçirmesi, her şeyden önce vatandaşa hakarettir.

Uzmanların uyardığı şiddette bir depremin yaşanması halinde, bugün basit hesaplarla uğraşanlar can kayıplarından sorumlu olacaklarını bilsinler. Öyle “afet”, “fıtrat”, “takdir-i ilahi” gibi bahanelerle günü kurtarabilirler belki ama kamu vicdanında mahkûm olacaklarını bilsinler.

TAKSİ EMEKÇİLERİ SAHİPSİZ

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul’a 18 bin taksinin yetmediğini belirterek, 6 bin yeni taksi plakası daha çıkarıp devreye sokmak istiyor. İmamoğlu’nun önerisine göre 6 bin taksi, ihale ile satılmayacak İBB tarafından kiralanarak işletilecek. Hem yeni plaka çıkarılmasına, hem de İBB tarafından “kiralık plaka” olarak verilmesine ilgili meslek odaları karşı çıkıyor.

İmamoğlu’nun bu teklifi, İBB Meclisi’ndeki AK Parti ve MHP’li üyeler yanında UKOME’de de karşılık bulmadı.

Başkan İmamoğlu, projesini anlatmak ve mesleğin sorunlarını dinlemek üzere taksici temsilcileriyle buluştu. Buluşmada “taksici temsilcisi” olarak yer alanlar, 6 bin yeni plaka çıkarılmasına karşı olduklarını net bir şekilde dillendirdi. Hatta İmamoğlu’na “Belediye İETT’yi kontrol edemiyor” çıkışı yaparak… İETT’nin kontrol edilemediği doğru. Ama “taksici temsilcileri” gerek İmamoğlu ile görüşmelerinde, gerekse UKOME toplantısında sadece plaka sahiplerinin haklarını savunarak yaklaşık 40 bin taksi emekçisine büyük haksızlık yaptı.

Taksi plakası sahibi olup da, direksiyona geçen “taksici esnafı” artık yok denecek kadar az. Gurbetçisinden müteahhidine, sanatçısından futbolcusuna birçok meslek grubundan unsan basmış parayı, taksi plakası almış. Hem düzenli gelir sahibi olmuş, hem de parası değer kaybetmiyor. Gücü olan onlarca plaka almış, her ay tıkır tıkır “kira” alarak keyfini sürüyor. Bugün bir taksinin aylık kirası ortalama 10 bin lira.

Taksiyi, direksiyona çıkan “taksici” çalıştırıyor. Plaka sahibi taksisinde çalışan emekçinin SGK primini ayda 2 gün yatırıyor, geri kalanı taksici yatırıyor. Mal sahibine de tam gün için 500-550  lira yevmiye ödüyor. İş olmuş, olmamış, trafik sıkışmış falan hiç biri plaka sahibini bağlamıyor.

Plaka sahibi canı isterse aracı şoförün altından çekip bir başkasına veriyor. İş güvencesi falan gibi şeyleri konuşmak bile komik.

Pandemi döneminde plaka sahipleri ciddi bir kayıba uğramadı. Alacağı yolcu sayısı sınırlandırılan, kısıtlamalar nedeniyle işleri düşen “taksi emekçileri” aynı yevmiyeyi vermeye devam etti. Plaka kiralayanlar da aylık ortalama 10 bin lira ödemeye…

Her kesimden SGK’lı çalışan bir şekilde “kısa çalışma ödeneği”nde yararlandı. Ama taksiciler, ya da “sarı taksi emekçileri” ile “minibüs emekçileri” yararlanamadı. Neden mi? Mesleki tanımları yok diye…

Plaka sahipleri haklarını savunabiliyor, hatta İBB önünde eylem yapma hakkını bile kullanabiliyor. İstanbul trafiğinde aslanın midesinden ekmek kapma yarışı yapan “taksi emekçileri”ni dinleyen yok. Haklarını savunan da…