Oscar Wilde'ın "The Nightingale and the Rose" hikâyesini bilenler vardır: Orada, delikanlının elindeki gülü gören kız oralı olmaz. Çünkü başka bir delikanlı ona mücevherler göndermiştir. Delikanlı kırmızı gülü öfkeyle yere fırlatır. Yerdeki gülün üzerinden bir otomobilin tekerleri geçer.

Bizim edebiyatımızda XVI. yüzyıldan itibaren "Bülbül-nâme", "Bülbüliyye" ve "Gül ü Bülbül" adlarıyla yazılan mesnevi tarzı eserler var. Bu eserlerde gül, bülbül ve diğer kuşlarla ilişkiler anlatılır. 

"Gül müdür, bülbül müdür şol zar u efgan eyleyen?

Ten midir, ya dil midir, hem Arş'ı seyran eyleyen?" diyor bir beyitinde Niyazî.

Divan şiirinde gül, mecazî olarak "sevgili" anlamında kullanılmıştır. Gül-bülbül aşkı dillere destandır. Gül, bülbülün sevgilisidir.  Bülbülle gül hiçbir zaman bir araya gelemez. Çünkü gül bülbüle karşılık vermez, hatta bülbülün feryat etmesi gülden karşılık bulamadığı içindir. Şair bunu şöyle dile getirir:

"Gel gül dedi bülbül güle, gül gülmedi gitti
Gül bülbüle, bülbül güle yâr olmadı gitti."  

Diken ise âşığın rakibidir. Ancak gül ile diken iyilik ile kötülük kolay ile zor, dost ile düşman vs. zıtlıkların timsalidir.

Halk şiirimizde de gül bülbülün nazlı yâridir. Bülbül güle kavuşamamaktan perişandır. Tükenmek bilmeyen feryat sitemler içindedir. Gülün feryadını duyanlar da onu yalnız bırakmaz, birlikte ağlarlar. "Dostlar gücenir diye cân atar gül atamam, / Her gülün yaprağında bin bülbül kanı vardır." derler. Geçmişten günümüze, hemen her halk ozanının bülbül ve gül üzerine demesi, kendi aşkıyla onların aşkını kıyaslayışı, dersler çıkarışı kendine ve dinleyenlere teselli verişi vardır. 

"Seherde ağlayan bülbül / Sen ağlama ben ağlayım" diyen Aşık Veysel'in yanık ve titrek sesini duyar gibiyim: "Ötme bülbül ötme bülbül/ Derdi derde katma bülbül / Benim derdim bana yeter / Bir dert de sen satma bülbül!" 

Bülbül-gül ve dert. Bu dert aşk derdi, özlem derdi... Kavuşmak için çırpınış ve çağlar boyu bitmez bir serenat. 

Sanırdım ki, özgürlüğe düşkün bülbüller türkülerimizin, kafeste çıtkırıldım yetişen kanaryalar da şarkılarımızın kuşları. Onlarca bülbül türküsünü bir çırpıda hatırlıyorum. "Bülbül bağa girip yapmış yuvayı" diye başlıyor Sivas ve Erzurum türküleri.Erzincan yöresinin "Bülbül havalanmış yüksekten uçar" türküsünü dinlerken kendimden geçerim. Hem Yozgat'ın, hem Diyarbakır'ın türküleri de "Bülbülün kanadı sarı" diye başlıyor. Tokat'tan Aşık Veli Aydın saza düzen veriyor ve türküsüne başlıyor: "Bülbül ne ötersin virandır bağın." Çukurovalı ozan, "Ötme garip bülbül gönül şen değil" derken, Karslı türkü yakıcılar ise, "Veten bağı el elvandır / Yoh üstünde harı bülbül. / Ömür sürmeli devrandır / Sesin gelsin sarı bülbül..." diyerek bülbül sesini vatan sesine benzetmekteler. Zavallı bülbül. Kendi derdine mi yansın, kimseyi memnun edemediğine mi? Kimi "öt" diyor, kimi "ötme".

Bülbül, türlü el sanatlarımızda, oyalarda, nakışlarda, camlarda yer almış. Beykoz'da üretilen cam türleri billurlar, opalinler ve "bülbül gözü" anlamına gelen çeşm-i bülbüller olarak anılmışlar. Bu tür cam eşyalara ışık altında çevrilerek, göze yaklaştırılıp uzaklaştırıldığında bülbül gözü gibi hareler oluşturulduğundan bu ad verilmiş. 

Ressamlar da çoğu kez gül ve bülbülü karşı karşıya koyarak, bize daha anlamlı, güzelleşmiş tablolar sunmuşlar. Bülbül üzerine en güzel şiirleri yazanlardan birisi olan Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy "Gül devrinde gelseydim bülbül olurdum" diyor. Bülbül onca ozanın, bestecinin, bize yansıtmak istediği duyguların, güzelliklerin aynası, elçisi olmuş. Onun için bu günler, bülbüller ne kadar öterse ötsün. Onun sevgisi doldursun yüreklerimizi.