Polisiye film veya roman meraklıları, İstanbul'da öldürülüp cesedi buharlaşan Cemal Kaşıkçı olayını eminim ki çok yakından takip ediyor. Her gün "heyecanlı" bir hal alıyor çünkü Kaşıkçı hikayesi. Öldürülüp parçalara ayrılan ceset, halıya sarılan ceset, Mardinli bir Suudi işbirlikçisine teslim edilen ceset diyerek yeni yeni "cinayet versiyonları"yla iyi bir polisiye film senaryosuna dönüştü olay.

Dün bu sütunda dikkat çektiğim hususu, nedense "merkez" sayılan hiç bir medya organı veya olayın peşine düşenler dillendirmiyor. Hatırlatalım:
"Cemal Kaşıkçı sadece bir gazeteci miydi?", "Müslüman Kardeşler'le birlikteliği ve ortasından kaldırılmasına yol açacak faaliyetleri nelerdi?", "Neden İstanbul seçildi?..." Bu sorular önemli. Çünkü Türkiye'de çok sık duyduğumuz "her gazeteci gazeteci değildir" cümlesini tekrarlamanın tam zamanı. 
Önceki gün, dün okuduğunuz yazıyı tamamlayıp sayfaya yerleştirdikten saatler sonra Demirören Haber Ajansı (DHA) ilginç bir haber geçti. Kaşıkçı'nın CIA bağlantılı olabileceğini anlatıyordu haber. Doğru ama gecikmiş, hatta "neden şimdi" diye sorduran bir haber.

* * *

Anlaşılan o ki, birkaç gün daha Kaşıkçı ile ilgili senaryolar, mizansenler dinleyecek, cesedi bulunmadan bu dosyayı kapatacağız. Kaşıkçı'nın İstanbul'da neden öldürüldüğünü de hiç kimse sorgulamayacak. Ülkeyi yöneten gücün temsilcilerinin "Yapanın yanına kâr kalmayacak" sözü önemli ama, faili meçhul cinayetlerin ardından bile çok sık duyduğumuz bir söz olduğu için oraya takılıp kalmamak lazım.

Biz, Kaşıkçı üzerinden gazeteciliği konuşalım birlikte. Çünkü, demokrasilerin vazgeçilmez unsuru, hatta yasama, yürütme ve yargının ardından dördüncü kuvveti olarak nitelendirilen medyanın bu sıfatın arkasına sığınıp her kılığa girmesini sorgulamamız lazım.
Cemal Kaşıkçı, Suud Kraliyet Ailesi'nin inisiyatifi sayesinde kalem oynatan ve Suudi Arabistan medyasında yazılar yayınlayan bir isim. Örneklerini bugün birçok yayın organında gördüğümüz yazarlarla benzeşiyor yani gazetecilik sıfatını kazanması.

Ama bu kadarla sınırlı değil.

Aynı zamanda "istihbarat örgütleriyle çok iç içe geçmiş" bir isim. Bunun ötesinde Vahhabilikle Sünni dünyayı iç içe gösteren Müslüman Kardeşler'in de aktif bir bireyi. İngiliz icadı Vahhabiliğin ve Selefi yorumunun yılmaz savunucusu. Yani bir örgütün hararetli savunucusu, teorisyeni ve adeta sözcüsü. 
El Kaide'nin kurucusu Usame Bin Laden'in omuzdaşı, Suudi Arabistan'ın en önemli istihbaratçılarından Prens Türki bin Faysal'ın himaye ettiği önemli bir isim Cemal Kaşıkçı. 11 Eylül 2001 saldırılarından günler önce istihbarat örgütünün başından ayrılıp Londra'ya büyükelçi olarak atandığında, Kaşıkçı da Türki'yle birlikte İngiltere'nin yolunu tutmuştu. Afganistan'ın Tora Bora Dağları'nda omuzunda uçak savarla verdiği fotoğrafları görmüş olmalısınız...
* * *
Kısaca, Cemal Kaşıkçı sadece bir gazeteci değildi. Ama nedense hep "gazeteci" kimliği üzerinden tartışılıyor İstanbul ve Türkiye'yi dünyanın gündemine oturtan "casuslar savaşı."
Aslında tartışılması gereken, Riyad'daki Suudi Kraliyet ailesi içindeki iktidar savaşı ile, emperyalizmin kucağında şekil alan bir Ortadoğu coğrafyasının eksenine dönük savaşın hangi aşamasının yaşandığıdır. "Küresel çete"nin koltuğa oturttuğu Muhammed bin Salman'a ve iktidarına dönük bir tehlikeyi savuşturdu başta CIA ve MOSSAD olmak üzere istihbarat örgütleri. Kaşıkçı konsolosluktan kaybolur kaybolmaz Trump "Ben olmasam orada 2 hafta oturamazsın" demişti Prens Salman'a. Bunu bütün dünya "tehdit" olarak algıladı. Ama aslında bu söz, "Bak, seni koltuğundan edecek bir komplonun içinde yer alan önemli bir elemanı İstanbul.

Konsolosluğunuza yönlendirerek etkisiz hale getirmenizi sağladım. Koltuğunu bana borçlusun" anlamına geliyordu.
Kaşıkçı, sadece evlilik için gerekli evrakları İstanbul'dan almaya ikna edilmemiş. Topkapı'da bir de ev satın almış. Muhtemelen "250 bin dolara ev alana vatandaşlık" kampanyasından faydalanmak istemiş. Evliliğinin resmiyete binip, nikah yoluyla vatandaşlık alana kadar beklemek istememiş anlaşılan. 

* * * 

Çok yönlü bir olayın, sadece "polisiye hikaye" bölümüyle ilgilenenler, Kaşıkçı'yı İstanbul'da yok edenlerin gözden kaçırmak istediklerini de gölgede bırakmış oluyor. Bundan "Küresel Çete" hiç rahatsız değil. Çetenin mesaj vermek istedikleri de. Kaşıkçı olayında tüm taraflar vermek istediği mesajı verdi, alması gerekenler de net bir şekilde aldı. Müslüman Kardeşler'in Ortadoğu denkleminde yedekte beklemesini isteyen güçler, sahaya adımını atmaya kalktığında neler olacağını net bir şekilde gösterdi. Buları İhvan'ın medya veya siyaset ayağının anlatması mümkün mü? Elbette değil. 
Ne diyecekler?

"Katar'ı ve Türkiye'yi hedef alan, ABD'nin İran savaşında kullanacağı Muhammed bin Salman'ı tahttan indirecek çok önemli bir hamle, Kaşıkçı'nın öldürülmesiyle boşa çıkarıldı" diyecek halleri yok ya!.. 

Trump olayın üzerini kapattı. Muhammed bin Salman da. Ankara da dönem başkanı olduğu İslam İşbirliği Teşkilatı aracılığıyla tavrını ortaya koydu. Sınırları aşmaya kalkanlar da, olayın nereye varacağını biliyor artık.

Bu gerçeği kabul edelim önce, ardından "sahi ceset nooolmuş ceset" diye geyik yapmayı sürdürelim.