Kavgayı ayırmaya çalışırken dayak yemekten korkmam. Neticede, iyi niyetle "sulh" için çaba harcıyor ve insanların birbirine zarar vermesini önlemeye çalışıyorsunuz. "İyilikten doğan maraz"ı göze alabilmeli insan... Ama, kavga zannettiğim şey bir "tantanacılık" olayıysa, yani "kavga eder gibi" yapanlar, ayırmaya çalışanın cüzdanına göz diktiyse bundan korkarım tabii... Ya da, kavga eden tarafların birlikte işledikleri bir suç varsa ve o kavganın sebebi de işlenen suçsa ve suçun kimin üzerine kalacağı münakaşası yaşanıyorsa, kavgayı ayırmaya çalışırken sonradan toplanan kalabalık da seni kavganın içerisinde bir yere oturtur ve işlenen suçun faturasını da sana kesecekse, bu korkunç olur değil mi?

Siyasette ve siyasetle çok iç içe geçtiği için kamplara bölünmüş medyada uzun süredir bir kavga var. Hem karşılıklı, hem de zaman zaman birbirlerine bağırıp çağırdıkları, hakaret ettikleri, hatta küfürleştikleri bir kavga bu. Böyle bir kavgayı ayıracak gücüm de yok, orta noktayı bulup sulha erdirecek bir meziyetim de. O yüzden, bu yazıyı "kavga edenleri ayırmak" için değil, izleyenler için yazıyorum.

"Kim haklı, kim haksız" karar versinler diye değil, yanlış anlaşılmasın. "Haklıyı haksızdan nasıl ayırırız?" sorusu kafalarına üşüştüğünde bir pencere olsun diye yazılıyor bu satırlar.

Neden mi?

* * *

Kadir Topbaş'ın istifa edip, koltuğu erken bırakarak AK Parti kadrolarını rahatlatması çağrısı yaptığım yazımdan sonra gelen sorular yüzünden... "Bizim bilmediğimiz bir şey mi biliyorsun Topbaş hakkında?" diyenlere bir cevap vereyim önce: Benimki, ortada duran ve AK Parti'nin halkla iç içe yaşayan kadroları içinden kimsenin dillendiremediği bir siyasi değerlendirmeden ibaret. Çünkü, bazen makamlar yükseldikçe, sokağın sesini duymak imkansız hale gelir. Aralara ses geçirmez camlar yerleşir çünkü...

Şimdi can alıcı soruda sıra...

"FETÖ'cü nerede yok, nerede var? Bunu nasıl anlayacağız, haksızlık yapmaktan veya kandırılmaktan kendimizi nasıl koruyacağız?" sorusunda yani.

Nedir FETÖ'cülük? Neler yaptığını hepimiz şöyle böyle biliyoruz da, nasıl yapmıştır peki?

- Devlet kademelerinde gücü eline geçirebilmek için "liyakat" yerine, "adamcılık" yapmış, fırsatını bulduğu her yere kendi adamlarını yerleştirmiştir...

- Bu gücü arttıkça, FETÖ'cülük "önce işe, sonra makama" ulaşmak için "çilingir" olmuştur.

- Yargıda, emniyette, TSK'da yükselebilmek için çok iyi bir hakim veya savcı, başarılı bir polis veya üstün yetenek ile görev aşkına sahip vatansever bir asker olmak yerine FETÖ'den "onay" almak yeterli hale gelmiştir.

- Kamu kaynaklarından beslenmek de FETÖ'cülük sayesinde çok kolay hale gelmiş, vize alamayan, himmet bağışlamayan ihale alamaz olmuştur.

- Tıpkı dünya üzerindeki Yahudilerin dayanışması gibi bir "ağ" kurulmuş, o ağın dışındakilere zırnık koklatılmamıştır.

* * *

Şimdi, şöyle bir etrafınıza bakın...

Hangi kamu yöneticisi, işe almada, tayinde, yetkilendirmede ve kararında "liyakat" yerine, "bizden"cilik yapıyorsa...

Kim, ihale sürecine "haksız müdahalede" bulunup, hakkedenin değil de "bizim adamımız" dediğinin ihaleyi kazanması için "adrese teslim" ihale hazırlıyorsa...

Hangi üniversite yöneticisi, asistanlık yapacak kişileri seçerken, akademik durumuna değil de "falancının filancası"na bakıyorsa...

Hangi polis, savcının önüne intikal ettireceği dosyayı hazırlarken adaletin topuzunu yamultuyor, savcıyı da yanıltacak şekilde "kayırmacılık" yapıyorsa veya yasaların ihlal edilip, suçun devamına göz yumuyorsa...

Hangi savcı, soruşturma dosyasını hazırlarken, hukukun kaşını gözünü yarıyor ve "adliye eliyle mağduriyet" üretiyorsa...

Hangi hakim, karşısına gelen kişiyi "falancı, filancı" veya "bizden yana, bize karşı" diye önyargıyla değerlendirip, kararını önceden verip, sonra dosya içerisinde veya hukukta o kararı destekleyecek bahane arıyorsa... Ya da bahane uyduruyor, adaletin terazisinin bir tarafına "uydurma" ağırlık koyuyorsa... Yani, yargıya olan güveni sarsıyorsa...

Hangi asker, yasaların kendisine çizdiği sınırlar ve yüklediği görev çerçevesinde ülkesinin bölünmez bütünlüğünü ve huzurunu korumak yerine, üstlerinin emir komutasını değil gizli bir ajandaya sahip dinamiklerin "aykırı" emirlerine riayet ediyor ve "yasal olmayan" emirler veriyorsa veya uyguluyorsa...

Hangi siyasetçi; alt kadrolarına kamuya eleman alımlarından hizmet alımına kadar "particilik, adamcılık" yapmaları talimatı veriyorsa...

Hangi belediye başkanı, işyeri açma ruhsatından inşaat ruhsatına kadar "olur" vermek için, işin uygunluğunu değil de, dosya sahibinin "hatırı sayılırlığını" göz önüne alıyorsa. İmar planlarında "kişiye veya ranta" göre kararlar alıyorsa...

İşte onların hepsi FETÖ'cüdür. Çünkü FETÖ, sınav sorularını bunun için çalmış, kumpasların tamamını bunun için kurmuştur.

Çünkü, bu eylemlerin hepsi "devlete güveni" ve "devleti sahiplenmeyi" sarsan, ülkeyi uçuruma götüren "kanser" hücreleri gibi toplumu sarıp kuşatır. Sonunda da çökertir.

İlle de darbeye kalkışmasına gerek yok... FETÖ'nün amacı zaten Türkiye'yi çökertmek değil miydi? İşte yukarıdaki hastalıklar da bir "çökertme" taktiği bence...

İsimleri bırakalım şimdi, olaylara bakalım ve ülkenin gerçek düşmanlarına "bize de lazım olur" diyerek göz yummaktan vazgeçelim. Yoksa bu kör dövüşünü seyrederken, olan yine bize olacak... Kur'an-ı Kerim de "Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor" demiyor mu?