Yıllardır süren toplumsal gerilim, kıyısından köşesinden patlaklar vermeye başladı. 15 Temmuz darbe girişimine karşı sokaklara dökülüp demokrasiye sahip çıkarken dışa vurduğumuz öfke de içimizde biriken negatif elektriği boşaltmaya yetmedi. "Gönüllü darbeci" olma ihtimali olmayan "emir kulu" erlerin lincine kadar varan bir patlamaydı aslında demokrasiye sahip çıkımışımız da. Belki de, tekme attığımız rütbesiz asker, tanımadığımız bir akrabamızdı ama o darbeciydi... Halkına kurşun sıkan, emir kulu da olsa sivil insanlara hukuk ve vicdan dışı bir şekilde ateş edenleri masumlaştırmaya falan çalışmıyorum. Sadece, içimizde biriken öfkenin vardığı noktayı izah etmeye çalışıyorum.

Toplumsal bir cinnetin eşiğinde olduğumuzu gösteriyor tüm yaşananlar. Durağa tam yanaşmadığı halde Metrobüs'ten inmek için şoförden kapıyı açmasını isteyen, aldığı "ters ve şımarıkça" cevap karşısında öfkelenen adamın yaptığı gibi. O an öfkesini içinde tutmuş ama durakta inmeyi unuttuktan sonra hareket eden Metrobüs'ün şoförüne şemsiyeyle patlatmış öfkesini... Şükürler olsun ki, o feci kazada ölen olmadı da ucuz atlattık...

* * *

Gazete ve televizyon haberlerine yansımayan, polis tutanaklarında kalan ve hatta çoğu zaman resmiyete intikal ettirilmeyen olayları ardı ardına sıralasak, toplumun içinde bulunduğu gergin hali daha iyi anlayabiliriz. Peki neden? Toplumda, adaletin tecelli etmediği, "Yapanın yaptığı yanına kâr kalıyor" inancı yaygınlaşıyor da ondan... Kanunların yeterince uygulanmadığı, adamına göre esnetildiği inancı hakim. Bir medya kuruluşu veya siyasi parti bu konuda bir kamuoyu araştırması yapsa da, çarpıcı tabloyu rakamlarla görme imkânımız olsa keşke. Ama iş dışındaki zamanının önemli bölümünü toplumun değişik kesimlerinin içinde geçiren, toplu taşıma araçlarıyla günlük hayatını yaşayan birisi olarak bu benim gözlemim.

Toplu taşıma araçları ile insanların ortak kullanım mekanlarında bir süre zaman geçirmeniz, toplumda biriken negatif enerjiyi hissetmenize yetecektir...

* * *

Bu akşam, yıllar sonra deplasmanda tribün yasağı olmayan bir derbi maç oynanacak İstanbul'da. Galatasaray, 2 bin 110 taraftarıyla Beşiktaş'ın yeni stadına gidecek ve ezeli rekabetin ateşli bir maçını izleyeceğiz hep birlikte. 15 Temmuz ihanet girişiminin ardından oluşan "milli birlik ve toplumsal dayanışma" ruhu çerçevesinde, deplasmanda seyirci yasağının kaldırılmasına karar verdi yetkililer. Haftalardır tartışılan ama üzerinde kamuoyunun net bir uzlaşı sağlayamadığı bir karar. Ama hayırlı olmasını diliyoruz. Her ne kadar Beşiktaş ile Galatasaray'ın Konya'da oynadığı "süper kupa" karşılaşması öncesi çıkan olaylar endişeleri artırmış olsa da, "yasakçılık" yerine gerekli tedbirleri alarak normalleşmeden yana alınan bir karar. Yetkilileri, bu cesurca kararından dolayı kutlamak lazım. Bir yerden başlamak lazımdı...

Galatasaray taraftarı, Taksim'de toplanıp polis kordonuyla gidecek Beşiktaş'ın yeni stadına. Muhtemelen tribünlerde de polis koruması altında oturacaklar.

Yıllar önce alınan bir kararla, polis tribünlerden çekilmiş, yerini özel güvenlik görevlileri almıştı. Tıpkı, bir dönem adliyelerde, hastanelerde ve birçok yerde olduğu gibi...

* * *

Futbol kulüpleri, stad güvenliği için belli güvenlik şirketleriyle anlaşma sağladı. Yaptırım gücü olmayan, hatta tribünlerin belalısı haline gelmiş gruplardan korktuğu için görmemeyi, duymamayı tercih eden güvenlik görevlileri hiç bir olayın önleyicisi olmadı tabii... Stada atlayıp hakeme saldıran da oldu, futbolcu kovalayan da...

Stad güvenliğinden sorumlu şirketler, maç günü "yevmiye" ile "güvenlik sertifikası olan" eleman topladı, maç bitiminde yevmiyelerini de çoğu kere staddan alıp ayrıldı bu güvenlik görevlileri. Kendi güvenlikleri bile yokken... Düşünsenize, başka bir tribüne geçmeye çalışan birkaç kişiyi engellemiş, görevini yapmışsın. Staddan ayrılırken, önüne çıkıyor o üç beş kişi... Dolayısıyla, hepsi "çalıyı dolanmayı" tercih ediyor ve dolayısıyla stadlara sokulması yasak olan meşaleler bile kolilerle girip maç esnasında ateşleniyor...

Meşalenin sokulduğu stada, başka "zararlı" maddeler sokuluyor mu, tribünlerde ne tür "alemler" yaşanıyor biliyor muyuz? Aziz Yıldırım'ın, "Tribünlerde alkol var, hap var, esrar var" sözlerini duymamazlıktan geldik hepimiz. Peki, neden bir yetkili çıkıp da Yıldırım'ın yakasına yapışıp "Ne demek istedin?" diye sormuyor? Yıldırım, kulüp imkânlarıyla "tribün çetesi" haline gelmiş grupla mücadele edemeyeceğini bildiği için "imdat" çığlığı atıyor, suç duyurusunda bulunuyordu belki de... Ama biz onun rakip takımlar, hakemler ve federasyon hakkında söylediklerini duymayı yeğledik. Gerçek sorunlara eğilmek yerine "polemik" daha lezzetli geliyor çünkü hepimize...

* *  *

Bir hafta içerisinde içinde "güvenlikçi" yer alan iki rezil olay yaşadık. Olayın birinde, şort giyen bir kıza "mırıldanmak" yerine tekme atan bir özel güvenlikçi başroldeydi. Diğer olayda da küçük yaşta bir çocuğa parkta tecavüze yeltenen ve linçten zor kurtulan bir güvenlikçi... Hatırlarsanız, Çağlayan Adliyesi'nde savcı Selim Kiraz'ın katledildiği olayda da "özel güvenlik zaafiyeti" ön plana çıkmıştı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, "özel güvenlik kaldırılmalı" demişti. Olayın sıcaklığı geçti, ne güvenlikçilerin psikopatik durumunu daha sık inceleyecek bir sistem getirildi, ne de uyuşturucu madde kullanıp kullanmadığı ile ilgili periyodik kontroller.

Toplumun kendisini güven içerisinde hissettiği, adaletin sağlandığından emin olduğu ve "Şeriatın kestiği parmak acımaz" sözüne tüm yüreğiyle inandığı bir ortam sağlamadığımız taktirde, kendimizi evimizde bile güvende hissetme şansımız yok. Şahit olduğumuz son kıvılcımlar büyük patlamayı getirmeden bir kez daha uyarayım dedim...