Türklerde doğum şekilleri, ebelik folkloru başlı başına bir kaç yazı konusu yapılabilecek zenginliktedir. Doğumunun geç ve güç olması halinde başvurulacak birçok yöntemi tespit edebiliyoruz. Bir örnek vermek gerekirse, Erzurum, Samsun, Balıkesir, Eskişehir, Tokat, Çorum, Maraş, Sinop, Mersin, Sivas ve İstanbul'da "Fadime ana eli otu" suya konulmakta, yumak şeklini andıran bu bitki suyu emince adeta bir elin parmakları gibi açılmakta. Bunun suyu da zor doğum yapan kadına içirilmekte. Bu bitki ülkemizin bazı yerlerinde Hava Ana Eli, Meryem Ana Eli, Meryem Çiçeği, Hatice ana eli gibi adlarla da anılmakta. 

Doğum sonrasında karşılaştığımız uygulamalar da, türlü gelenek, görenek ve inançlarımızı yansıtmakta. Çocuktan sonra gelen eşin, kimi yere göre sonun, kimi yere göre de etenin yok edilmesinden göbek bağının saklanmasına, loğusalık dönemi rahatsızlıklarından bebeğin kundaklanmasına kadar pek çok inanış ve gelenek hala Anadolu'muzda yaşamakta, gelişen tıbbın yanında Folklor tıbbı da bir moral unsuru olarak uygulanmakta. 
Loğusalık döneminde, özellikle doğumdan sonraki kırk gün içerisinde annenin de çocuğun da çeşitli etkilerden korunması gerekir ki, alınan ilk tedbir göze, yani nazara karşı alınmakta. İlk iş bir nazarlık ve "Maşallah" takmak olmakta... Albastıya karşı yurdumuzun her yerinde düşünülen ilk 'tedbir, al rengidir. Loğusanın ve çocuğun yastıklarına ve başka yerlere al kordelalar bağlamak, bebeği ve anneyi görmeye gelenlere al renkte lohusa şerbeti ikram etmek, bu tedbirlerin bir parçası sayılabilir. 
Yine bu dönemde üzerinde durulan bir başka nokta, kırk gün çocuğun ve anasının evden dışarı çıkmaması, çocuğun, kırkı içinde doğum yapmış başka bir kadının çocuğu ile karşılaştırılmaması şeklinde süre gelmiş. 
Kırk gün dolunca, çocuğun ve annesinin yerine göre değişen kurallara uyularak yıkanmalarına denilen "kırklama" töreni yapılmakta. Kurallara örnek vermek gerekirse, İstanbul'da kırklama banyosunda çocuk, son yuma suyuna bir altın veya anahtar kırk defa batırıldıktan sonra yıkanmakta. Kırklamadan sonra artık anne ve çocuk aşırı etkilenmelerden kurtulmuş olarak herkesin içine çıkabilmekteler. 

Ad koymanın da folklorumuz açısından önemi vardır. Adın tespiti kadar, konuş şeklinde de geleneklerimize uyulmaktadır. Çocuğa adını dedesi, amcası, babası koyabilir. Çocuğun kundağı, çocuğun başı ad koyacak kimsenin sağına gelecek şekilde o kimsenin kucağına verilir. 

Abdestli olan şahıs kıbleye dönerek ezan okur. Ezandan sonra ad, üç defa çocuğun kulağına söylenerek konmuş olur. Halk düşüncesine göre hayat; ad konurken kulağa okunan ezanla ölümünde cenazesinde kılınan namaz arasındaki kısacık zamandır. Namaz süresi kadar... 
Ad seçimine, doğumun yeri, zamanı, adağı, ailede daha önce doğan çocukların cinsiyeti, yaşayıp yaşamadıkları gibi unsurlar etkili olmakta. Recep, Ramazan, Bayram, Seher, Zafer, Kasım, Şaban, Kadir adları örnek verilebilir. Çocuğun babası daha önce ölmüşse, çocuğa

yadigâr veya Armağan adı verilir. Çocukları yaşamıyorsa Duran, Durdu, Durmuş, Yaşar, ailenin ilk çocuğuna İlker, İlknur, İlkay, İlkin, aile başka çocuk istemiyorsa Kafi, Sonbay, Sonay, Soner, Nihayet, Songül, Yeter benzeri adların konulduğunu görüyoruz. 

HAYAL GÜCÜ 

Araştırmacı Müjgan Üçer'in Sivas'ta derlediği yalnızca gülden yapılmış çocuk adlan halkımızın hayal gücünün zenginliğini göstermesi açısından ilginçtir. İşte bunlardan bazıları: 

Ağgül, Asigül, Aygül, Ayşegül, Badegül, Bağdagül, Bahtıgül, Başgül, Betgül, Birgül, Destegül, Esengül, Ergül, Gelengül, Goncagül, Gül, Güliz, Gülriz, Gülkız, Güllü, Gülizar, Güllüzar, Gülname, Gülnaz, Gülnihal, Gülniyaz, Gülnur, Gülnuş, Gülender. Gülcük, Gülsema, Gülbeyhan, Gülrah, Gülsün, Gülbay, Gülağa, Gülali, Gülşad, Gülşan, Gülzade, Gülbahçe, Gülfem, Gülfer, Güller, Güler, Gülser, Gülafet, Gülamber, Gülay, Gülbağ, Gülşah...     . 
Henüz bitmedi, bir miktar 'ia biz ekleyelim istiyorum: 

Gülşeker, Gülbeyaz, Gülbiçer, Gülbün, Gülbin, Gülcihan, Gülçiçek. Gülçim, Güldal, Güldalı, Güdane, Gülden, Gülderen, Güldeste, Güleda, Gülengül. Gülay, Gülfidan, Gülhan, Gülhanım, Gülhayat, Gülistan, Gülipek, Gülpare, Gülpembe, Gülperi, Gülseher, Gülsenem, Gülsen, Gülser, Gülseven, Gülsevil, Gülsevım. Gülsüm, Gülsüme, Gülşen, Gültekin, Gülten, Gülümser, Gülyüz, Gülsev, Gülean, Gülseren, Hepgül. İncıgül, İsmıgül, Nurgül, Özgül, Badegül, Şengül, Yazgül, Yurdagül, Zatıgül, Burada sayamadıklarımızı eklemeyi sizlere bırakıyorum.   

Çoğu zaman çocuğa konulan adları kısaltarak söylemek bir sevgi ve yakınlık unsuru olmuş: 

Ali'ye Aliş, Emine'ye Emiş, Dudu'ya Duduş Fadi'ye Fadik. Hatice'ye Hatiç, Halil'e Hallo, İbrahim'e ıbo, Mehmet'e Memo. Nezihe'ye Nezo, Zeynep'e zeyno denilmiş. Örnekleri çoğaltabiliriz.