19 uncu yüzyıl Çorumlu halk ozanlarından Deli Boran, Tuna'yı anlatmış şiirinde. Çorum nere, Tuna nere demeyin. Diyor ki ozan:

"Tuna derler yerdedir anın yüzü
Arzulanıp gider Karadenizi
Cemreler düşünce çözülür buzu
Denizlen cengi var deli Tuna'nın"

Kişi, karşısındakini kendi gibi görürmüş, Deli Boran elbette Tuna'yı da deli gibi görecektir. Çoğu şairler cemrenin önce akla, sonra kalbe sonra da bedene düştüğünü anlatırlar şiirlerinde. Sanki cemre değil de Şeytan mübarek. Tut tutabilirsen.

Folklorumuzda cemrelerin yerini geçen yıl bir yazımda anlatmıştım.  Anlamı, nereden geldiği, gibi sorulara cevap bulmaya çalışmış, cemreli şiirlere yer vermiştim. Birinci Cemre'nin (20-21 Şubat) günleri havaya, İkinci Cemre'nin (27-28 Şubat) günleri suya, Üçüncü Cemre'nin de (6-7 Mart) günleri toprağa düştüğünü yazmış, Cemreye ilişkin fıkralardan, halk inanışlarından, benzetmelerden söz etmiştim.

Aynı şeyleri tekrar etmenin gereği yok. Bu yıl birinci cemre kendini tekzip edercesine karlı, tipili bir günde düştü. Kimse farkına bile varmadı. İkincisinin düştüğünde bahar kokusu kendini hissettirmeye başladı. Bahçedeki erik ve badem ağaçlarının dalları domur domur oldu. Mimozalar patladı. Üçüncü cemre de düşmüştü.

Cemrenin, Mina'da atılan taşların oluşturduğu yığınlardan, kara çıbana kadar türlü anlamları var. Ama, toplumumuzu, baharın müjdecisi olması ilgilendirmiş. Cemre baharı, yeniden dirilişi müjdelemiş. Havanın güzelleşmesini, suyun ısınmasını ve toprakta gizlenen  tohumların filiz vermesini, çiçeklerin, ağaç fidanlarının, canlıların uyanmasını haber vermiş bize. Kırıp da kışın zincirlerini, dağlara doğru yürümek, koşmak geçirmiş içimizden. Kuşların cıvıltısı bir başka neşe katar olmuş doğaya. Yıldızlar bir başka parlaklık kazanmış; kardelenler, nergisler kaldırırken boyunlarını masmavi gökyüzüne.

Cemre'nin bizi ilgilendiren yönü, gönlümüze, kanımıza akması. İçimizin, bütün doğanın kaynayıp coşmasına başlangıç olması.

Bilir misiniz eskiden Divan şairleri, cemre zamanlarında baharın gelmesi dolayısıyla, önemli kişilere yazdıkları övgü şiirleri de Cemreviye derlermiş.  Bunun öncesinde kışın anlatıldığı Şitâiye, karın anlatıldığı berfiye, cemreden sonra da baharîye, rebîiye, temmuziye gibi kasideler yazılırmış.

Bakî'nin Ali Paşa'ya yazdığı kasidenin bahariye bölümünden iki beyit şöyle:

"Tâze can buldu cihân erdi nebâtâta hayât
Ellerinde harekât eyleseler serv ü çenâr

Yine ferrâş-ı sabâ sahn-ı rıbât-ı çemene
Geldi bir kafile kondurdu yükü cümle bahar.

...."

Cemre ile ilgili rivayetler arasında,  en yaygını Araplarla ilgili olanı. Arapların bir kısmı çok soğuk dönemlerde mağaralara ya da büyük çadırlara koyun, inek, öküz ve sair hayvanlarıyla birlikte girer, kendileri hayvanları için bölümler oluşturarak ateş yakarlarmış. Soğuğun azaldığını hissettikleri zaman sıra ile söndürürlermiş.

Cemrelerin bizim mesleğimizde de tatlı anıları vardır.  Eskiden gazeteciliğe ilk başlayan muhabirler dalga geçmek için cemrenin düşme fotoğrafını çekmeye gönderilirdi... Çocukluğu gelenek ve göreneklerimizin yaşandığı ortamlardan uzak geçen muhabir, fotoğrafını çekmek için sokak sokak cemre arardı.

Oysa bizler, çocukluk günlerimizde, Şubat ayının 20'sinde gökyüzüne bakarak cemreyi arardık. Bir türlü göremezdik. Bir hafta sonra "Cemre bugün de suya düştü!" derlerdi. Elimize sopalar, buzlu su birikintilerine sokar, cemre arardık.  Çok geçmezdi ki "Üçüncü cemre de düştü." denirdi.  Haydiii çamurlu topraklarda düştüğü söylenen cemreyi aramaya.

Bugün, cemrelerin düştüğü duvar takvimlerinde yazıyor. Bizler gibi saflık edip de cemreyi şurada burada aramaya kalkacak çocuklar da yok. Ne bakılacak gökyüzü, ne su birikintisi, ne toprak kaldı. Onun için genç meslektaşlarımızın tongaya basmasını doğal karşılamak gerekir.