CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisini seçimin galibi ilan etti. Alkışlar yükseldi her zamanki gibi bindirilmiş kıtalar tarafından. Sanırım "Milletvekili sayımızı koruduk, bu bir başarıdır" demek istedi Kılıçdaroğlu. "Yüzde 25'lerin partisi" olarak anılırken, oy oranını yüzde 22.6'lara indirmeyi sorgulamaksızın başka türlü nasıl başarıdan söz edebilir ki bir lider? CHP'nin yeterince "akıl vericisi", "analizcisi" ve hatta "çok bileni" var ve parti yönetimi yine onlara bakarak analiz edecek 24

Haziran'da alınan sonuçları. Graham Fuller'in "Yeni Türkiye" söyleminin ülkeye hedef olarak dayatılmasından bu yana "Yeni CHP" yaratma iddiasındaki Kılıçdaroğlu'nun "Biz bu işi beceremiyoruz" diyeceğini hiç bir zaman ummamıştım zaten. O yüzden, "asık suratla" ve "çok sinirli" bir şekilde yaptığı basın toplantısından bir gece önce Ahmet Hakan Coşkun'un "güvenilir kaynaklar"a dayandırarak duyurduğu "Kılıçdaroğlu istifa edecek" sözünü de hiç inandırıcı bulmadım. Ahmet Hakan söylediği için değil, Kılıçdaroğlu'nun hiç bir zaman başarısızlığı kabul etmeyeceğini bildiğim için...

* * *

CHP delegeleri, Kılıçdaroğlu'nu önceki savrulmalarında "başarılı" bulmuş ki, Şubat ayında yapılan kongrede 790 oyla koltuğunda kalmasını sağladı. CHP'nin "zoraki cumhurbaşkanı adayı" yapılan Muharrem İnce, o kurultayda tüm ayak oyunlarına rağmen 447 oy almayı başarabilmişti. "Adalet Yürüyüşü" ile hem olağanüstü kongre hamlelerini savuşturmuştu Kılıçdaroğlu, hem de ilçe kongrelerinde istediği delege yapısını oluşturmuştu. Hatta o kadar coşmuştu ki, "Erken seçim" diye bastırmaya başlamıştı o yürüyüşün ardından. Birkaç grup konuşmasında "hodri meydan" çekmiş, Recep Tayyip Erdoğan'a "yüreğin yetiyorsa" diyerek seçimi erkene alması çağrısında bulunmuştu. Kılıçdaroğlu'nun o konuşmalarını dinleyen CHP'lilerin "Demek ki her şey hazır. Adalet Yürüyüşü de erken seçim için oluşturulan stratejinin bir parçasıymış" diye düşündürttü.

2017'nin son aylarında sık sık "erken seçim" diyen Kılıçdaroğlu, Şubat ayında kongreyi kazandı. 
Aradan kısa bir süre geçti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 18 Nisan'da erken seçim tarihini açıkladı. Kendisinin adaylığını zaten yıllar önce açıklamış, "yeni hükümet sistemi" için bir yıl önce yapılan referandumun ilk başkanı olmak için meydanlara çıkacağı biliniyordu.

* * *

6-7 ay önce "ille de erken seçim" diye bastıran Kılıçdaroğlu, daha 10 yıl önce Cumhurbaşkanlığı'nı kabul etmedikleri, Çankaya Köşkü'ne yakıştırmadıkları ve hatta çok daha ağır eleştiriler yönelttikleri Abdullah Gül'ü, "çatı aday" yapma turlarına başladı. İşin en zor bölümü İYİ Parti yönetimini ikna etmekti ve bunu başaramadılar. Eğer başarılsaydı, CHP'nin adayı Abdullah Gül olacak ve bugün bambaşka şeyler konuşuyor olacaktık. Tutmayacak o projeyi de tıpkı Ekmeleddin İhsanoğlu olayı gibi can siperane savunacaktı Kılıçdaroğlu,eminim bundan. Çatı formülü çökünce, Cumhurbaşkanı adayını en son açıklayan parti CHP oldu. 4 Mayıs'ta Muharrem İnce'nin adaylığı ilan edildi.

Peki nasıl bir kampanya yürüttü CHP?
İşte Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibi yanında "muhalefet" siyasetinin arızası burada da başgösterdi.
Açalım...

* * *

Seçim stratejisini, Recep Tayyip Erdoğan'ı yıpratma ve seçmen gözünden düşürme üzerine kurdu tüm muhalif kanat. 16 Nisan referandumu öncesinde de aynı hatayı yapmışlardı. Referanduma sunulan Anayasa maddelerinin Türkiye'ye neler getirip, neler götüreceğinden çok "Bunu Erdoğan istiyor, o yüzden biz karşı çıkıyoruz" dermişçesine bir siyaset dili oluştu.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de aynı hata yapıldı. 16 Nisan referandumu ile yürürlüğe giren yeni düzende Türkiye'yi Erdoğan'ın değil, kendi adaylarının yönetmesi gerektiğini anlatmaya çalıştılar.

Kime anlattılar peki? Sadece CHP seçmeni ile AK Parti'nin 16 yıllık iktidarından memnun olmayanlara... Geçmişte AK Parti'ye oy vermiş ama bu seçimde tereddütü olan seçmene dahi ulaşamadı CHP ve diğerleri... Zaten Erdoğan'a karşı olanlara "Erdoğan'a oy vermeyin" demekten ileri gidemediler. Muhalefet de, AK Parti de kendi tribünlerine seslendi. Herkes mevcudu koruyunca, zaten seçim sonuçları da bugünkünden farklı olmayacaktı. Öyle de oldu... 

* * *

Bir de 24 Haziran gecesi yaşanan "şaibeli" durumlar var. Bunlar da izaha muhtaç. Başta Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin o gece yaşananları dakika dakika kamuoyuna açıklama borcu var. Neden saatlerce kayboldular? Neden Genel Merkez'de bekleşenler bir tek yetkili göremedi ortalıkta? Öyle "çaldılar" falan deyip, delillerini ortaya koymadan bu işin içinden sıyrılmaya çalışmak, en başta CHP seçmenine hakarettir. Koyacaksın delillerini ortaya, öyle konuşacaksın.
Tamam, AA önce Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti'nin önde gözüktüğü sandıkların sonuçlarını açıklamayı tercih etmiş olabilir. Tamam, tüm televizyonlar da AA'nın bu tercihini kamuoyuna yansıtmış olabilir. 

Peki, CHP Genel Merkezi'nde basının da takip edebileceği bir "seçim sonucu ekranı" var mıydı? İl ve ilçelerden sandık sonuç tutanakları hazırlandıkta CHP'ye ulaşan veriler, derlenip "anlık sonuçlar olarak" basınla paylaşıldı mı?

PM üyesi Erdal Aksünger'e, CHP'de o gece sistemin çöktüğünü ve sonuçların AA ile YSK'dan takip edildiğini açıkladı...
Peki diğer iddialar nasıl gündeme gelebiliyor o zaman? Ya da CHP kaç sandıkta ıslak imzalı tutanakları ortaya koyarak seçim sonuçlarına itiraz etti, sonuç ne oldu?

Bu sorular cevabını bulmasın mı yani? "CHP işte, sallayıp duruyor, sonra da unutuyor" diyenler haklı mı yoksa?