ABD, revize ettiği ve satranç tahtasındaki aktörlerini değiştirerek BOP'u farklı bir versiyona taşıdı ve beklendiği gibi Türkiye'yi de hedef ülkeler arasına aldı.

Projenin asıl sahipleri rol dağıtımında İngiltere'ye daha aktif rol verdi. Soğuk Savaş döneminde tek yönlü olarak Batı'nın ekonomik ve askeri hakimiyetine girmiş ülkelerin "yeni dünya düzeninde" düzen bozucu olmaması için hamle üzerine hamle yapılıyor. Geçmişte ABD'nin çıkarı için kendi ülkesinin aydınlarına, siyasetçi, gazeteci, bilim insanı dinlemeden acımasızca kıyıp dosyalarını "faili meçhul"ler rafına kaldıran eski Türkiye'nin, şimdi Rusya-Avrasya ekseninde yer almasını göze almak, asıl sahipleri açısından BOP'un her hali için risk oluşturuyor. Türkiye'yi hizada tutma görevini de ABD ile "iflas ettirmeden borç-faiz-tahsilat" döngüsünü sürdürmeyi çok iyi bilen küresel finans aktörleri üstlenmiş durumda.

* * *

ABD'nin Türkiye'ye Rus yapımı S400 Hava Savunma Sistemi üzerinden kurduğu baskılar da bu yüzden. Bir yandan tehditler savruluyor, diğer yandan da sözüm ona "Güvenli bölge kurulacak, PYD bu bölgede olmayacak" açıklamasıyla "havuç-sopa" taktiği uygulanıyor. Tehditler çok çeşitli. Ekonomi ve terör örgütleri pazarlık masasına konulan seçeneklerin ilk iki sırasında. Yani, "Kırk katır mı, kırk satır mı" gibi seçenekler. Müzakere ederken kolay karar alınacak bir durum yok, kararlı gözüküp top çevirmeye mecburuz.

Bölgeyi ve gelişmeleri objektif takip eden iktidar muhalifleri bile, gelinen karmaşık durumun tam bir "beka meselesi" olduğunu da kabul ediyor. Bu noktaya gelişte ABD ile yarım asırlık "tek taraflı sadakate dayalı" birlikteliğimizin yanında, Ortadoğu'da son dönemde gönüllü aldığımız çirkin rollerin de etkisi var. İşte o yüzden 31 Mart seçimleri öncesinde meydanlarda, ekranlarda seslendirilen "beka meselesi" tam olarak anlatılamadı kamuoyuna. Bu yüzden de beklenilen etkiyi gösteremedi...

* * *

Seçim biteli 17 gün oldu ama İstanbul düğümü bir türlü çözülemiyor. Hem iktidar, hem de muhalefet cephesinden gelen açıklamalar ile YSK'nın aldığı kararların tutarlı olup olmadığını çözmeye çalışıyoruz.

AK Parti cenahının belgeye dökülen iddiaları, YSK'yı "seçim yenilensin" kararı almaya mecbur bırakacak cinsten. 
Seçimi, gayriresmi YSK sonucuna göre önde kapatan Ekrem İmamoğlu ile destekçileri ise meydanlarda, stadda, çarşıda, pazarda "mazbata" çağrısı yapıyor.

Bu arada "beka meselesini" konuşan hiç kimse yok. Cumhur İttifakı muhalifleri, AK Parti'ye oy verdiğini bildikleri tanıdıklarına kahvehanelerde, mahalle sohbetlerinde "Ne oldu şu beka meselesi. Tanzim çadırları gibi buharlaştı gitti" takılmalarının dışında tabii. Akıl da çelmiyor değiller...

* * *

İstanbul'daki sürecin uzaması, 1946'daki utanç seçiminin ardından ikinci bir perde açtı tarihimizde. 23 yaşındaki Cumhuriyet, yaşadığı o rezaleti 4 yılda telafi etmiş, 1950'de "demokrasi için" çok partili sisteme geçiş sancısız olmuştu. Oligarşik bir yapıyla, onlar sıkışınca darbelerle güç tazelemeyle falan kör topal devam etmişti sözüm ona demokrasimiz.

Ama İstanbul'da yaşananlardan sonra hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Bundan sonraki tüm seçimlere, sonuçtan kuşku duyan herkes "murdar seçim" gözüyle bakacak. Siyasetimizde git gide kökleşen "kumpas, örtülü derbe, dış güç operasyonu, FETÖ tezgâhı" ve bir yığın sözcük her fırsatta kullanılmaya devam edecek. Sonunda bu sözcükler de yıpranacak, karşılığı sıfırlanacak, anlamsız kalacak. Hele hele 17 yıl içinde devletin tüm organlarında mutlak hakimiyet kuran AK Parti'nin, yıllardır sürdürdüğü FETÖ temizliğine rağmen başında devlet memurlarının yer aldığı sandık kurullarında bu mel'un örgütün operasyon çektiğini iddia etmesi, mütedeyyin seçmen tarafından da çok sorgulanacak.

* * *

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, işin bu noktaya kadar gelmesinin parti içindeki sorumlularına yüklü bir fatura keseceği belli. Kendi başarısızlıklarını seçmene fatura etmeye kalkanların da...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisinde doğru-yanlış, eksik-fazla nasıl değerlendirirseniz değerlendirin köklü bir operasyon yapacak. Bunun ne kadar hızlı olacağı, teşkilat içerisinde "siyasi ayak" sondajı yapılıp yapılmayacağını zamanla göreceğiz. 

"Mecburi müstafi Başbakan Ahmet Davutoğlu ile birlikte teşkilatın çözüm süreci müzakerecisi tepe isimlerinin kızağa çekilmesi, 7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar şansını kaybeden AK Parti'yi 6 ay sonra yüzde 49,5'a taşımıştı. Ama daha sonra ne oldu da MHP ile ittifak mecburi hale geldi?" sorusunu sorup, büyükşehirlerdeki kayıptan MHP'yi sorumlu tutanların karşısına da bir fatura çıkabilir.

MHP lideri Devlet Bahçeli'nin seçimde aldıkları gerçek oy oranının yüzde 18 olduğunu söylemesi, ittifakın büyük ortağı AK Parti'ye yüzde 51,64'lük "yeni anayasaya onay"dan sadece 33'lük bir pay bırakması, MHP'yi ağırlık olarak görenlere verilmiş net bir mesajdı zaten...

Siz bu sorunun cevabını düşünürken, ben "İstanbul, AK Parti'li Meclis-CHP'li İmamoğlu işbirliği ile yönetilirse mi hayırlı olur, seçim yenilenirse mi?" sorusunu düşünmeye başladım bile. Cevabı; ABD'nin tehditleri ve bölgesel gelişmelerle gittikçe artan "beka sorunu"na karşı direnç gücümüzle de ilgili çünkü...