Fuzulî: "Aşk imiş her ne varsa âlemde/ İlim bir kıyl-ü kaal imiş " diyor. Bir başka gazelinde:

"Yarab, belâyı aşk ile kıl aşina beni / Bir dem belâyı aşktan etme cüda beni" diyerek Tanrı'dan aşk belâsı istiyor. Aşk derdinden o kadar hoşnutmuş ki:

"Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcından tabib / Kılma dermen kim helâkim, zehri dermanındır" demiş. 

Birkaç kez yazdım sanırım, Leylâ, hiç de güzel değilmiş. Mecnun'a sormuşlar: "O kadar çile bunun için miydi?" Mecnun: "Hayır, gönlümdeki Leylâ içindi." demiş. 

Bir anket yapmışlar. Mecnun Leyla'sına, Ferhat Şirin'ine, Romeo Juliet'ine kavuşsaydı ne olurdu? Aşk olur muydu, diye. Şaka mıdır ciddi midir bilmiyorum. Atillâ İlhan "Kesinlikle mutsuz olurlardı ama kaderleri farklı olurdu" demiş. Çünkü Romeo ile Juliet Katolik oldukları için,  boşanamazlar, birbirlerini çekmek zorunda kalırlardı. Mecnun ise Leylâ'ya "Boş ol!" derdi.  Diyelim ki, masalların sonu böyle bitseydi, aşka bakışımız değişir miydi? Hayır. insanlar yaşamadan inanmazlardı.

Biraz da halk şairlerimizin sevgiye, sevdaya ve aşka nasıl baktıklarını görelim. Halk şairleri, çıtkırıldım değiller. Dolaylı, dolambaçlı yolları bilmiyorlar. Hemen hedefe yöneliyorlar ve asıl isteklerini pat diye söyleyiveriyorlar. İşte Karacoğlan:

Seherden uğradım dostun köyüne 
Hoş geldin sevdiğim in dedi bana 
Tomurcuk memesin verdi ağzıma 
Yorgunsun sevdiğim em dedi bana 

Her şey bir tarafa da, bir gerçeğin altını çizmek gerek. Bu gerçeği Muallâ Tetik, Sevgi Dürümü şiirinde şöyle vurguluyor:

Gönlüne sevgiyi dürememişsen
Katığın bal olsa söyle ne çıkar. 
Gönül gözü ile görememişsen
Sardığın şal olsa söyle ne çıkar
Tarladan hasadı alamamışsan
Azığın bol olsa söyle ne çıkar
Mânâda sonsuzu bulamamışsan,
Giydiğin çul olsa söyle ne çıkar.
Sevgi güllerini derememişsen
Fidanın dal olsa söyle ne çıkar
Arının sırrına erememişsen
Peteğin bal olsa söyle ne çıkar.
Hakkın sırlarına dalamamışsan
Düşlerin sel olsa söyle ne çıkar
Sonunda sevgiyi bulamamışsan
Dürümün bol olsa söyle ne çıkar.

Seni seviyorum... Bu basit sözün içinde neler olduğunu  göstermek isterdim. Bu iki kelimeyi söylemek için beklememeli. Sevgi anında yaşamalı. Yoksa çok geç olur. Behçet Necatigil de onu söylüyor:

sevgileri yarınlara bıraktınız
çekingen, tutuk, saygılı.
bütün yakınlarınız
sizi yanlış tanıdı.
bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
kalbinizi dolduran duygular
kalbinizde kaldı

siz geniş zamanlar umuyordunuz
çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
yılların telaşlarda bu kadar çabuk
geçeceği aklınıza gelmezdi.

gizli bahçenizde
açan çiçekler vardı,
gecelerde ve yalnız.
vermeye az buldunuz
yahut vakit olmadı
  

Sonuç olarak diyebiliriz ki, sevgi sözde kalmamalı, öze geçmeli. Havaya, suya, ekmeğe muhtaç olduğumuz kadar, sevgiye de muhtacız. Sevmek ve sevilmek insan ruhunun en temel gereksinimidir. Bir birimizi sevmemiz gerek. Yetmez. Sevdiğimizi bilmemiz ve bildirmemiz gerek. Zaman zaman tekrarladığımız gibi, burada bir sevgi rüzgârı estirelim. Eşler birbirlerine ve çocuklarına, çocuklar ana ve babalarına, kardeşler, arkadaşlar birbirlerine sevgilerini söylesinler.