Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç, sohbetimizin ikinci bölümünde Kur'an-ı Kerim'i anlamak için sadece Arapça bilmenin yetersiz olduğunu belirterek "Ebu Cehil, Arapça bilir. Mushafı anlamamıştır mesela. Kur'an'ı anlamak için, 'Allahça' gerekir" dedi.

Son yıllarda, 'Kur'an'da her bilgi var', 'Peygamber'e ne lüzum var', 'Kur'an bize yeter?' gibi, bir takım ifade ve iddialar ile Hz. Peygamber (s.a.v)'i, geri plana itme yaklaşımını görüyoruz. Bu yaklaşımın amacı ile İslam'ın bakışı nedir?

Bu yeni bir akım değil.  'Kur'an'cılık' denilen bir akım. Bundan 20 yıl kadar evvel ülkemizde, 'Mealcilik' adı altında, reankarnasyon yaşadı. Son zamanlarda da bazı kimseler açısından, 'Kur'an yegane kaynaktır. Başka kaynağa ne gerek var?' yaklaşımında bulundular. Diğer kaynak dediklerimizde, daha çok ister hadisler olsun, ister kültürel miras dediğimiz, hepsi tarihi süreç içinde, bize kadar geldikleri, bize ulaştıkları için,  ister istemez, beşer eli değerek, onların iddiasına göre; 'Her şey negatif, yani bütün insani tecrübeler, bütün miras, bütün gelenek, tamamı adeta bid'ad, tamamı adeta, hepsi negatif özellikler ve hiç iyi tecrübe yok,' anlayışına sahip bir yaklaşım içindedirler. Yani Kur'an'ı teslim almış ehl i Kur'an, Peygamer'in (s.a.v) sünnetini teslim almış, gerek sahabe, gerek daha sonra gelen kimseler, arifler dediğimiz, alimler dediğimiz insanlar, bu İslam tecrübesinde 'hepsi de yanılmışlar, adeta tamamı yanlış sözler söylemişler, yanlış kitaplar yazmışlar. İslam'a hiçbir katkıda bulunmamışlar, aldıkları o mirasdan hiç istifade etmemişler ve o mirası heba etmişler' gibi bir anlayış var, bu çevrelerde. Oysa ki, Kur'an, Sünnet ve Ehl i Beyt'in esastır.  Peygamber Efendimiz'in ağzından teslim alındıktan sonra, sizin kendi istidadınız ve kabiliyetiniz oranında Kur'an, size konuşur.  Bugün Muhiddin İbn-i Arabi, bir sahabe değildir, bir tabiin değildir, bir tebaı tabiin değildir, daha sonraki dönemde gelmiştir ama direkt Kur'an'ın kaynağından konuştuğunu söyler. Bugün kayıp olan bir tefsiri vardır ki, 64 cilt tuttuğunu söyler kendisi. Sure-i Kef'e kadar getirebildiği bir tefsirdir. Bu tefsirde tek bir ayeti, üç makamdan izah eder. Önce bir ayeti, 'şeriat ' makamından, şeriat çekmecesinden çekip anlatır. Yani gramer ve zahiri özelliklerini anlatır.  Ondan sonra, o ayeti yerine yerleştirir ve bir üst çekmeceden aynı ayeti çeker, ona yol yani 'tarikat' manası ile izahatlar getirir, aynı ayete ve sonra yerine yerleştirir ve üçüncü makamdan yani 'hakikat' mertebesinden ve çekmecesinden, aynı ayeti yorumlar. Yani aslında bir oturuşta, 3 ayrı tefsir yapmaktadır, adeta  3 ayrı tefsir yazmaktadır, aynı anda. Bunların hepsi, Kur'an ve Sünnet mirasına birer katkıdır. Bu beşeri katkıyı dışlayan yaklaşımlar, sonunda 'fundamantalizm' denilen akımı ortaya çıkarırlar.



Bu yaklaşım, diğer dinlerde de var mıdır?

Bu bakış açısı ve yaklaşım yani fundamantalizm İslam'da olduğu gibi, Hristiyanlık'ta da vardır.  Yani 'Kitap, bize yeter, İncil bize yeter, ne ararsan İncil'de var'. Doğru ne ararsan Kur'an'da  var, deniliyor. Fakat Kur'an'da, Aristo kategorileri ile bir şeyleri aramak, gerekmiyor. Şöyle bir misal vermemiz gerekir; Allah diyor ki, 'Yaş ve kuru, ne arıyorsanız, Kur'an'da vardır'.  Yaş ve kuru denilince, bizim Kur'an'da, rutubeti aramamız lazım. Oysa Kur'an, rutubet içermiyor, su içermiyor. Yani yaşlık, kuruluk içermiyor. Binanaleyh burada ifade edilen bir mesajdır, yani senin aramasını bilmendir, önemli olan. Bu fundamantalistler, kitap olarak kast ettikleri aslında, formal, matbu bir 'book', 'kitap' zannediyorlar. Bütün dinlerde olduğu gibi. Oysa ki, biz Peygamber Efendimiz'in (s.a.v) sağlığında, elinde, fiziki olarak bir kitap tutmadığını görmekteyiz. Kur'an'da, 'Bu kitap, bu kitap, bu kitap' şeklinde bahsedilen kitap, denildiği esnada, o ayetlerin indiği anda, fiziksel manada bir kitap yok.

KUR'AN'I ANLAMAK İÇİN, İRFAN SAHİBİ OLMAK GEREKİR

O halde Kur'an'ı nasıl anlamamız, anlayabilmek için ne yapılmalı, nasıl okunmalı?

Hz. Aişe Validemize,  'Onun ahlakı ne idi? Şeklinde sorulan bir soruya, 'Yürüyen Kur'an'dı' şeklinde cevap vermiştir. Hz. Ali Efendimizin, 'Kur'an, benim' sözünde olduğu gibi. Kur'an, aslında yürüyen bir varlıktır. Kur'an'ı hatmetmek yani, Kur'an'ı hazm etmek, Kur'an ile hemhal olmak gerekir. Sadece fiziksel, anlamı ile yetinmemek gerekir. Bugün Kur'an, olan adlanrılmaya, sufiler  'mushaf' derler. Kur'an, mushafın içindedir. Furkan Kur'an'ın içindedir. Ümmül kitap, furkanın içindedir. Levh i mahfus, ümmül kitapın içindedir. Çünkü, Allah Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor: 'Bu Kur'an ki; gizli bir kitabın içindedir.' Dolayısıyla, kitap kitabın içinde gönderiliyor. Müfessirler, derler ki; 'Bu kitap nedir, o zaman?' İşte onun, yorumlara göre,  'insan ı kamil' olduğu, 'insan kitabı' olduğu söyleniyor. Yani Kur'an'ı ancak, Kur'an anlar, Kur'an'ı ancak, kitap anlar, kitap da, insan-ı kamildir. Dolayısıyla, insan-ı kamil olmadan, elin ile tuttuğun 'kitap' da, size ne kadar fayda verebilir ki! Bununla birlikte, Kur'an'ı anlamanın dereceleri var. Mushafı anlamak için, Arapça bilmek gerekir. Kur'an'ı anlamak için değil, mushafı anlamak için, Arapça  bilmek gerekir. Mushaf, Arapça yazılmıştır. Ama Arapça bilenler de, anlamamışlardır. Ebu Cehil, Arapça bilir. Mushafı anlamamıştır mesela. Dolayısyla, Kur'an'ı anlamak, çok daha fazla meziyetler ister. Mushafı anlamak için, Arapça gerekirken, Kur'an'ı anlamak için, 'Allahça' gerekir. 'Allahça' dilini bilirsen, o zaman, Kur'an size konuşmaya başlar. Yani burada Hz. Peygamber  (s.a.v)'den sonra, varisi i Muhammedi olan kimseler, Peygamber Efendimizin manevi mirası. Kimseler onlar! Çünkü Peygamberimiz buyuruyor ki; 'Peygamberler, maddi miras bırakmayız.'  Yani manevi miras bırakırız. Hz. Muhammed (s.a.v) varisi olan kimseler, isterse kendisinden 3 bin sene sonra gelsinler, 'Muhammediyyet şuuru, kendisinde zuhura gelmişse' bunlar hükmen sahabidirler. Ben sahabe tanıyorum yani, Peygamberimizi görmüş, tanımış, yemiş, oturmuş, içmiş, muhabbet etmiş, insanlar tanıyorum. Bize göre hakikat aleminde, diğerlerine göre izafi alemde, diğeri izafi zaten. Ebu Cehil de, Hz. Peygamber'i, gördü! Peki burada kastedilen şey nedir? Hangi alem, hakiki alem ona bakmak lazım.

kitap

TASAVVUFİ VE İRFANİ PERSPEKTİF GEREKİYOR

İnsana, hayata, kainata da, irfani bakış nasıl sağlanabilir? Bu bakış açısı ile sanatın ya da sanata bakış ile İslam'ın sanata bakışının da bir bağlantısı var mı?

Bu sorunuzun cevabını, 'Kur'an sadece  bize yeter' sözü ile de irtibatlı olarak, cevaplandırmak isterim. Kur'an ana ekseni verir, Kur'an ana mihveri verir, siz Kur'an'dan aldığınız ilham ile çağa söyletirsiniz. Şair Mehmet Akif rahmetlinin, sözünde ifade ettiği gibi. Aslında bizim tarihi süreç içinde bir sanat inşaa edebilmemiz, İslam merkezli, İslam endeksli bir medeniyet ortaya koyabilmemiz, tarih olarak, ara bölge dediğimiz yani Kur'an ve Sünneti, bu manada yorumlayabilecek, o filtreye ihtiyaç olduğundan dolayıdır ve bu filtrenin de adı; tasavvufi irfani filtredir. Hikmet ve irfan filtresinden geçirilerek alınır. Eğer bu hikmet ve irfan filtrenizi kaybederseniz. Mesela Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde, uzun zaman duvarda asılı duran Kazasker Mustafa İzzet'in meşhur talik hattı 'Şühpesiz Allah güzeldir ve güzellikleri sever.' Hadis i şerifini, meşhur bir hattat, levha yazacağı zaman, bakınız güzel bir söz seçiyor. Sonra meşhur hattat onu bir tür plastik sanat diyebileceğimiz b şekilde kağıda adeta resmediyor.  Sonra meşhur müzehhib veya müzehhibe, geliyor ve bu kadar kıymetli bir sözün etrafını ben süslüyeyim diyor. Süslüyor, tezyinatını yapıyor. Ondan sonra meşhur bir marangoz, ahşap ustasının elinde muhteşem bir çerçevesi yapılıyor ve çok da güzel bir mekana asılıyor. Bakınız burada bir zincirleme kreatif süreç var. Bu sürecin tabii ki kaynağında görüldüğü gibi, bir hadis var. Bakınız bir hadis, nelere sebebiyet veriyor. Ama siz bu ara filtreyi kaybederseniz, bugün sadece medrese ilimlerine indirgenen İslam anlayışında, size bu söz nakledildiğinde, 'bu sözün, ravileri kimler?', 'Bu söz sahih, değil, budur', gibi eleği ile sepeti ile uğraşacaksınız demektir. Ondan sonra, hadisin gramer özelliklerine takılıp kalacaksınız. Bu nedenle, tasavvufi ve irfani perspektif, kolay elde edilen bir süreç değil. Bizim geçmiş mirasımızın elde ettiği bu perspektifi, bu geleneği ihya etmekten başka, acizane bu fakr, başka bir çözüm yolu bulamıyor. Çözüm geleneğin, ihyasından ibaret.

KURUCU İSİMLERİN, SÖZLERİ VE MESAJLARI BİTMİŞ DEĞİLDİR! YENİDEN, YENİ BİR BAKIŞ AÇISI İLE OKUMAK GEREKİR!

'Kurucu isimler' ya da 'Kurucu babalar' olarak ifade ettiğiniz, Yesevi, Mevlana, Hacı Bektaş ve Yunus Emre hazretlerini nasıl okumamız nasıl bir bakış açısı ile yaklaşmamız gerekiyor?

'Aynı Kur'an'ı okuma, nasıl okumamız lazım?' derken bir,  filtre ara bölge olan hikmet ve irfan ile Kur'an okunursa, Kur'an okunur, aksi taktirde, Kur'an'dan bir şey anlayamazsınız. 'Kur'an ile sapıtmak' diye bir kavram var. Bu söz bir çok kişi unutuyor. Hidayet kitabı olan Kur'an, dalalet kitabı olabilir mi? Kur'an, kendisi söylüyor; Çokları bu kitap le hidayet buldukları gibi, çokları bu kitapla dalalete tutuluyor' Kendisi, kendisi için söylüyor Kur'an. Dolayısıyla 'Ben Kur'an okuyorum' demek, yetmez. Biliyorsunuz, şeytan iyi biliyordu Kur'an'ı. Kur'an'ın yanında, diğer kutsal kitapları da biliyordu. Onun gramerini biliyor olmak yeterli değildir. Esas olan Kur'an'ın gayesini, maksadını anlayabilmek gerekir. Kur'an'da Allah, 'Ben size, kendi ruhumdan üfledim' ifade buyuruyor. Gramer izahından başka, bu ayeti hangi müfessir, tefsir ediyor ki, Allah aşkınıza! Allah size de kendi ruhunu üflemiş ey insanlar, bir düşünülse bu. Ben Allah'ın ruhunu taşıyorum, ruhullah sadece Ayetullah Humeyni'nin ismi değil. Ruhullah Şamil, Ruhullah Mahmud, Ruhullah Enver vb. Dolaıyısyla hepimiz ruhlularız. O zaman bunu bir düşünmek lazım. Bana bunu anlatacak, tefsire ihtiyaç var. Hz. Ali Efendimizin bir sözüdür; Peygamber Efendimiz, Kur'an'ın nüzulü için, cehd etti, Kur'an'ı nazil eden O'dur, indiren. Biz, Onun te'vili için, cehd ederiz.' Te'vil, yani Kur'an'ın hakikatini anlayanlar demektir. Anlamak demektir. Onun için Kur'an'ın ruhunu bilenler, Kur'an'ı te'vil ederler. Ancak günümüzde te'vil kalmadı. Bu maddi alem içersinde, Kur'an'ın ruhunu bize aktaracak yaşayan Kur'anlar kalmadı maalesef.  O zaman Kur'an ötekileştirilmeye tabi tutuldu.

'Geleneğin ihyası' nasıl sağlanacak? Neler yapılmalı?

Geleneğin ihyası, geriye dönüş demek değildir. Geleneğin ihyası, bu işin ulemasının, üstadlarının anladığı ve vaaz ettiği prensipleri bilirsek eğer, o prensipler doğrultusunda, bugüne tatbik edebilirsiniz. Binlerce yıl geçtikten sonra, bir Aristoteles'in, yeniden okunması sureti ile Batı Rönesans yapmıştır. Batı'nın Rönesansının fikirsel kaynağı Aristo'nundur. Yani Aristo'nun, yeniden bir okumaya tabi tutulması ile elde edilebilmiştir. Bizim tarihimizdeki 'Kurucu bilgeler', 'Kurucu babalar', bir Muhiddin, bir Celaleddin, bir Yunus, bir Hacı Bektaş, bir Hoca Ahmed Yesevi hazretleri gibi ki, çok daha fazla izim burada zikredebiliriz. Bu isimlerin zamanları, sözleri tükenmiş, bitmiş, gitmiş değildir.

PROF. DR. MAHMUD EROL KILIÇ KİMDİR?



İstanbul'da doğdu. Sırasıyla Hırka-i Şerif İlkokulu, Vefa Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenim gördü. Ayrıca bazı âlimlerden, klasik tarzda dersler okudu ve bazı sûfî üstadların, özel derslerine devam etti. Lisans sonrası çalışmaların, özel olarak İslâm Tasavvufu alanında yoğunlaştırdı. 1988'de asistan olarak göreve başladığı, İslâm Felsefesi Anabilim dalında, "İslâm Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce" isimli, yüksek lisans tezini hazırladı (basıldı). Türkiye üniversitelerinde, "Tasavvuf Anabilim Dalı"nın kuruluşunun ardından, bu anabilim dalında yapılan ilk doktora tezi sayılan "İbn Arabî'de Varlık ve Mertebeleri" isimli tezini savundu (basıldı). Türkçe ve yabancı dillerde, birçok ansiklopedi ve dergilerde, sahasıyla ilgili makaleleri yayınlandı. Milli ve milletlerarası konferanslarda, tebliğler sundu, radyo ve televizyon programlarına katıldı. Türkiye Yazarlar Birliği, 2004 yılında, 'Sufi ve Şiir' isimli kitabını inceleme-araştırma dalında, yılın kitabı seçti. Bir dönem Türk ve İslâm Eserleri Müzesi (TİEM - İstanbul) Başkanlığı (2005-2008), Islâmic Manuscript Association (TIMA - Cambridge) yönetim kurulu başkanlığı (2006-2012) ve Journal of Sufi Studies (BRİLL - Leiden) editörlüğü (2010-2015) görevlerinde de bulunan yazar, Oxford'ta bulunan Muhyiddin Ibn Arabi Society (MIAS)'nin şeref üyesidir. Halen 2008 yılında seçildiği merkezi Tahran'da bulunan İslâm Konferansı'na Üye Ülkeler Parlamentolar Birliği (PUİC) Genel Sekreterliği görevini deruhte etmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır. İngilizce, Arapça, Farsça ve Fransızca bilmektedir. Yayınlanmış Eserleri: Sufi ve Şiir, Evvele Yolculuk, Hermesler Hermesi: İslâm Kaynakları Işığında Hermes ve Hermetik Düşünce, Şeyh-i Ekber: İbn Arabî Düşüncesine Giriş, Anadolu'nun Ruhu, Tasavvufa Giriş, Hayatın Satır Araları,Tasavvuf Düşüncesi: Makaleler - Konferanslar I, Anadolu Tasavvuf Tarihine Notlar 1, Anadolu'nun Ruhu Tasavvuf, Ayırmaya Değil Birleştirmeye Geldik, Evvele Yolculuk, Mevlânâ Üzerine Konuşmalar, Şeyh-i Ekber, Sufi ve Sanat, Tasavvuf Düşüncesi.