Anadolu'da bir darb-ı mesel vardır. Kavak ağacını, niçin sevmediklerini, sorarlar. Sonra da "Çünkü dosdoğrudur" cevabını verirler. On yıl önce kaybettiğimiz Şeyhül Muharririn Ahmet Kabaklı, Kavak ağacı gibi dosdoğruydu. Ama bir çınar gibi, köklü geçmişinin, ulu soyunun devamının ve devletinin sembolü gibiydi. Çınarın da dalları, dua eden bir insanın kolları gibi göğe açılmaz mı? Kabaklı da duasını, milletinden hiç eksik etmedi. 

Alçak gönüllüydü, hoş görülüydü, erişkindi, olgundu. Her insanın ulaşamayacağı erdemi, fazileti, gösterişten uzak olan mütevazılığı, yüksek olgunluğunun göstergesiydi. 

Savunduğu gerçeklere, önce kendisi inanmıştı. Sohbetlerinde söylediği sözler büyür, onun ağzından çıktığı için, petekten damla damla sızan bala benzer, dinleyenlerin ruhuna tad verirdi. 

Mükemmelliğini, meziyetlerini, millet sevgisini, geleneklerine göreneklerine bağlılığını, geçmişi ile gurur duyuşunu, Doğu Türkistan davasına baş koyuşunu sayfalarca anlatabilirim. 

Hisar dergisinin 26'ncı sayısı, Haziran 1952 tarihini taşır. Aydın Lisesi'nin edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kabaklı'nın yazısı, derginin altıncı sayfasında yer alır. 

Yazının başlığı "Seçkinler Edebiyatı"dır. Şu tespitiyle başlar: 

"Zümre edebiyatı .. Divan edebiyatı .. Küflü edebiyat .. Keza; fildişi kule şairi... Ölüler şairi... ilh... diye zevk ve kültür seviyesine göre yargılanan, batırılmak, çıkartılmak istenilen bir edebiyatımız ve bir şair tipimiz var... Bu edebiyat ve falan şair hamlesiz, geri, hayatsız ve toplum dışı sayılarak, suçlandırılıyor. Nedim çokluğun dertleri ile ilgilenmemiş; Divan edebiyatında tabiat, hareket ve ihtilal yokmuş veya Yahya Kemal inkılapçı değilmiş .. " 

Kimdi bu düşüncelerin sahibi? Ahmet Kabaklı teşhisini koymuştur: "Sanatçıyı da radyo ve sinema gibi bir siyaset aleti yapmak isteyen, yola gelmeyenlerin canına veya şerefine kıyanlar. .. " Kabaklı yazısında, her milletin klasik edebiyatının olduğunu anlatır. Bir örnek verir. Halk Süleymaniye Camii'ne namaz kılmak için gitmektedir. Onun mimarı ve tezyini değerleri ile meraklıları oyalanmaktadır. Hırçın gençleri, şöhret düşkünü nesillerin klasik edebiyatımıza fırlattığı mantıksız taşları, insafsız iftiraları ayıplayan Kabaklı, "Sade eserleri ile konuşan Fuzuli, Galip ve onlar kadar diri bir sükutun kudreti ile süslenen Yahya Kemal, daha nice şom ağız" sanat vurguncusunun hesabını görecektir ... " inancını sergiler. 
Elli yıl önceki Ahmet Kabaklı'nın inancına ve vardığı hükme dikkatinizi çekerek bir başka yazısına geçmek istiyorum. 

Hisar dergisinin 1 Ağustos 1952 tarihli 28'inci sayısının dört ve beşinci sayfalarında yer alan yazısı da, "Edebiyata Saygısızlar" başlığını taşımaktadır. Atalarımızın, okuryazar kişiye, şiire, yazıya, edepsizliği, küfrü yakıştırmadıkları için edebiyat yapısını harfler veya kelimeler yerine "edep" üzerine kurduklarını, nezaketi meşk edip yaydığı için edebiyatla uğraşa    na edip dendiğini anlatarak yazısına başlayan Ahmet Kabaklı; bir güruh serseri şöhretin uğruna, tarihimize ve büyük adamlarımıza Moskoflar gibi saldırılmasından rahatsızdır. Sözü Nurullah Ataç'ın bir sohbetine getirir. 

Bu sohbette, yapı kalfasının, usta demesinde, saygınlık vardır.  Ancak üstat kavramında alay hafifliği olduğunu öne sürmektedir. Elbette üstattan kastedilen Abdülhak Hamid'dir. 

Kabaklı yazısında Hamid'in çeşitli yönlerini ve getirdiği yenilikleri anlatır. Böyle bir şair hakkında ezberden konuşmanın yanlışlığını dile getirir. 

Kabaklı'ya göre; Ataç'ın gençlik çağında Hamid, Ahmet Haşim'e veya Yahya Kemal'e göre eskimiş olabilir. Ama Hamid artık bir tarihtir. Fani ömrü gibi kötü şiirleri de zaten unutulacaktır. Ataç, onun yaşayan taraflarını belirtmeli yoksa susmalıdır.

Aksine davranış münekkitliğini hırpalar. Senelerce evvel ölen şairin, her gün yeniden öldüğünü ilana hacet yoktur. 

Her büyük şairin kötü parçalarının da olduğunu örnekler vererek anlatan Kabaklı, yazısını şöyle sürdürür: 

"Nurullah Ataç, divanlar ve kitaplar karıştırıp beyitler seçmeyi, bunları yazılarında kullanmayı sever. Hamid'in de iyi bir seçmeye dayanabileceğini sanıyorum. Onun Hamid'den beğendiği mısraları okumak hepimizi memnun ederdi. Hamid'in şiirimizde yaptığı yenilikleri, mazmunu kırıp fikri getirdiğini, kalıplan parçalama arzusunu, biçime ve öze nasıl geniş bir hürriyet yelkeni getirdiğini bütün kitaplar yazar... Sade bu arayıcılığı bile saygıya değmez mi?"