Bugün Ahmet Muhip Dranas’ın 40. Ölüm yıldönümü. Geçen yıl şiirlerini konu alan bir yazı yazıp, Fahriye Abla’dan da söz etmiştim. Dört gün sürecek bir yazı dizisi içinde Ahmet Muhip Dranas’ın tiyatro yazarlığı üzerinde duracağım. Ama bu ilk yazıda tiyatroculuğumuzun genel durumuna bir bakalım istedim.

Tiyatromuz, Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde batı tiyatro akımlarının etkisinde ve izinde gelişti. Sahnelerimizde Ahmet Vefik Paşa’nın, Teodor Kasap’ın, Ali Beyin Moliére uyarlamaları yanında yerli oyunlar da görüldü.

Namık Kemal, Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, Cenap Şehabettin, Hüseyin Suad, Halit Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Rahmi, Halit Fahri gibi sanatçılarımız, tragedya, komedya, tarihî dram, duygusal dram, evcil dram, melodram gibi çeşitli türlerde oyunlar yazdılar. Toplum sorunları ve siyasal olaylar karşısındaki tepkilerini oyunlarda yansıttılar.

Cumhuriyet döneminin başlarında, otuzlu, hatta kırklı yıllarda yazılmış olan oyunlarda, toplumda yaşanan altyapı değişikliğinin üstyapıya yansımaları ve batılılaşma karşısında toplumun ve kişinin durumu ele alınmıştı. İstanbul’un işgali sırasında yaşananlar, toplumun belli bir kesiminde görülen ahlak çöküntüsü, farklı toplumsal ya da siyasal görüşlere sahip olanlar arasındaki çatışmalar, değerler sistemi ve yaşam biçimindeki değişimin aile kurumu üzerindeki dramatik etkisi dile getirilmekteydi.

Yakup Kadri KaraosmanoğluSağanak” adlı oyunu ile karşıt siyasal görüşlere sahip olanların dramını cesaretle ele almıştı. Nazım Hikmet,  “Kafatası”, “Bir Ölü Evi”, “Unutulan Adam” adlı oyunlarıyla; Vedat Nedim Tör “İşsizler”, “Köksüzler”, “Üç Kişi Arasında” gibi oyunlarıyla adaletsizliği, ahlak çöküntüsünü yansıtmıştı. “Tersine Akan Nehir”, “Kurtlar”, “Yaşayan Ölüler” adlı oyunlarıyla toplum sorunlarını ruhsal sorunlarla birlikte ele alan Cevdet Kudret; “Tohum”, “Bir Adam Yaratmak”, “Para” gibi oyunlarıyla ahlak sorunları yaşayanların iç dramlarına eğilen Necip Fazıl Kısakürek; aile sorunlarına eğilen Reşat Nuri Güntekin vardı. Musahipzade Celal “Bir Kavuk Devrildi”, “Aynaroz Kadısı”, “Pazartesi Perşembe” gibi oyunlarıyla toplum eleştirisini geleneksel güldürü biçimlerinden de yararlanarak kurgulayan tiyatromuzun en özgün yazarı olmuştu.

Kırklı yıllarda yazarlarımızın, halkın özgüvenini pekiştirmek, ileriye umutla bakmasını sağlamak amacıyla yazdıkları eğitici oyunları Halkevleri sahnelerinde oynandı. Oyunların çoğunda, Kurtuluş Savaşı’nda halkın gösterdiği kahramanlık ve özveri dile getirilmiş, tarihî kahramanlar yüceltilmiş, Osmanlı kurumlarının işleyişindeki bozukluklar eleştirilmişti.

 Ellili yıllarla birlikte oyun yazarlarımızın kendi üslubunu arama sürecine girdiklerini söyleyebiliriz. Oyunlarda yansıtılan sorunların başında, maddi değerlere düşkünlük, vurgunculuk, yoksulluk, geçim sıkıntısı kuşaklar arası anlaşmazlık, gösteriş budalalığı, taklit bir anlamda züppelik geliyordu. Kırsal kesimde yaşanan sorunlara, kadınların durumuna, gecekondu gerçeğine, kenar mahalle yaşamına eğilen, bu ortamlarda yaşanan sorunları irdeleyen oyunlar yazılmıştı.

1940’larda yazarların pek çok açıdan yetersiz oldukları, Türk tiyatrosunun gelişmesi için yerli yazarların eğitilmesi ve desteklenmesi gerektiği öne sürülmüştü. Bu nedenle 1945 yılında Muhsin Ertuğrul genç yazarların desteklenmesi amacıyla CHP’nin oyun yazma yarışması açmasını sağlamıştı.

Nitekim, 1946 yılına ilişkin yarışmada, Necip Fazıl Kısakürek’in Sabır Taşı adlı eserinin ardından Ahmet Muhip Dıranas’ın Gölgeler, İlhan Tarus’un Bir Gemi adlı oyunları mansiyon ikincilik ödülünü almıştı. Yarışma sonucu 23 Şubat 1947 Pazar günü Ulus gazetesinde açıklanacaktı. Ama jürinin birincilik ödülünü Necip Fazıl’a vermesi nedeniyle açıklanmadı. Birincilik ödülü iptal edildi, konu mahkemelik oldu.

1948’de aynı ödülü Cevat Fehmi Başkut “Küçük Şehir”le kazanmıştı.

Ahmet Muhip Dıranas, Sedat Simavi, Nahit Sırrı Örik, Cevat Fehmi Başkut, Sabahattin Kudret Aksal, Ahmet Kudsi Tecer, 1940-1950 yıllarının Türk tiyatrosuna kazandırdığı yazarlardı.

Yarınki yazımda Ahmet Muhip Dıranas’ın Tiyatro’ya hizmeti ve sanat anlayışından söz edeceğim.