Yeni bir anlamsız tartışma konumuz daha oldu. Bilen de konuşuyor Kut'ül Amare zaferi hakkında, bilmeyen de... Sadece bu iktidar döneminde gündeme geldi ve iktidar çevrelerinin kutlamalar düzenlemesi nedeniyle Kut'ül Amare karşıtlığına soyunup "İngiliz Kemal" olanlara şaşırmamak elde değil.
Ama bir yandan İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne sövüp, tüm kötülüklerin anası olarak bu teşkilatı görenler de şaşırtıyor. Kut'ül Amare zaferinin mimarı Halil Kut Paşa, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin en önemli üyelerinden biriydi. İttihat ve Terakki'nin üç haşmetli ismi Enver Paşa, Talat Paşa ve Cemal Paşa da Osmanlı'nın Padişah'tan sonraki en önemli yöneticileriydi. Kut'ül Amare zaferinde İngilizleri teslim olmaya zorlayan da, İngiliz komutanın kendisine teklif ettiği rüşveti de reddeden Halil Kut Paşa, aynı zamanda Enver Paşa'nın amcasıydı...
İttihat ve Terakki ile kavga ederken, Halil Kut Paşa ve onun komutasında kazanılan Kut'ül Amare zaferini 100 yıl sonra hatırlayıp kutlamak da bir başarı. İlle de birinden vazgeçilecekse, elbette İttihat ve Terakki ile kavga etmeyi bırakıp, tarihin akışını olduğu gibi kabul etmek şart.
Çünkü, tüm fikri kavgalarımızın temelinde, tarih gerçeklerle kavga edişimiz yatıyor...
Bu yüzden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "1919'dan başlayan tarih anlayışını reddediyorum" sözüne katılmamak elde değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan neyi kast ederse etsin, ben de tarihin 1919'dan başlatılmasına karşılım.
Sadece buna mı?
Tarihin kişiler üzerine bina edilmesine, yaşanan gerçek olaylar yerine hikayelerden ve 'zan'lardan oluşan tarih anlayışına da karşıyım. O yüzden, hiç bir zaman "fesli şizofrenlerin" anlattığı hikayelerden oluşan tarihe de itibar etmedim, 1919'dan öncesini ihanet komplolarıyla donatanlara da...
* * *
Kut'ül Amare savaşı dahil, tarihimizin tüm gerçekleriyle yüzleşmemizin şart olduğu, son dönemde yaşadığımız anlamsız tartışmayla bir kez daha ortaya çıktı. Kut'ül Amare bir zaferdi, ama Enver Paşa'nın bu zaferi kazanan komutanı yani amcası Halil Kut Paşa'yı hemen Rus cephesine göndermesi sonucu anlamsızlaşan bir zafer oldu. Çünkü, İngilizler 1 yıl sonra Kut'ül Amare'yi de, tüm bölgeyi de elimizden aldı. 1. Dünya Savaşı sonrasında çizilen haritada Irak topraklarına katıldı o zaferin yaşandığı bölge.
1919'dan öncesini konuşuyoruz madem. Tarihi olaylar üzerinden devletlerle ebedi dostluklar ve ezeli düşmanlıklar da kurmak mantıksız olduğuna göre o günlerin tüm gerçekleriyle yüzleşmekte fayda var.
Böylelikle, bölgemizde kimlerle ne tür devletler arası sağlıklı ittifaklar kurabileceğimiz hakkında da fikir beyan etmemiz kolay olur.
Bugün "diktatör" Esad'ın zulmünün altında inleyen topraklar, o zaman Osmanlı İmparatorluğu'ndan İngiliz-Fransız gizli anlaşmasıyla koparıldı ve kuruldu. Tarihte devlet geleneği olmayan bir mekanizma oluşturuldu.
Hemen altındaki Ürdün de öyle, Irak da...
Suudi Arabistan ve Yemen çöllerinde onbinlerce Osmanlı askerini nasıl kaybettiğimizi de biliyoruz değil mi? "Ah o yemendir gülü çemendir/Giden gelmiyor acep nedendir" dedikçe yüreklerin sızladığı ağıtın hikayesini de...
* * *
Devlet yöneticilerinin tercihleri aynı zamanda milletlerin de kaderini tayin eder. Bazı tercihler mecburiyetten kaynaklanır, bazıları ise yanlış bilgilendirilmekten. Ama "devlet aklı" denilen şey, daima yanlışlardan dönmek için vardır.
Osmanlı'nın o dönemde mecburi tercihlerde de bulundu ama devlet aklı artık çatırdamaya başlayan devlet sistemini yenilemeyi de başaramadı. Balkanlar'daki "derebeyi" sistemi, İngiliz, Fransız ve Rus etkisi altına giren azınlıkları ayaklandırmak için en iyi sermaye oldu.
Bugün de 100 yıl öncesinin "azınlık isyanı"na benzer dönemler yaşadığımıza göre, sağlıklı çözüm yolunu bulmak o dönemde yapılan yanlışları da tespit etmekten geçiyor.
Tarihi 1919'dan başlatmayalım ama, bizi 1919'a getiren şartları da görmezden gelmeyelim.
"Müslüman aynı delikten iki kere sokulmaz" derken, "Yanlışta ısrar ederek doğru sonuçlar elde etmeye çalışmayalım" da diyoruz değil mi?