Kadın Kadına köşemin bu haftaki konuğu sanatçı bir aileden gelen Telga Südor Mendi. Sanatçı Gülseren ve Teoman Südor'un kızları olan Telga Südor Mendi, sanatçı bir aileden gelmenin onurunu yaşayanlardan. Babaannesi Hikmet Onat, Mimar Sinan Üniversitesi'nin ilk kadın mezunlarından. Anne, babası ve kendisi de aynı üniversiteden mezun olan Telga Mendi, aynı zamanda özel bir üniversitede ders veriyor, iç mimarlık yapıyor. Yüzyıla yakın bir süre önce, büyükbabasıyla ve anneannesinin ilk kez aşık olup evlendikleri konağı satın alan ve elden geçirerek Galeri Diani isimli bir sanat galerisi açan Telga Südor Mendi, burada ünlü ressamlara ev sahipliği yapıyor. Sanata aşkı ile yanıp tutuşan Telga Südor Mendi ile babaannesinin soyadını verdiği Galeri Diani de söyleştik.

Galeri Diani'nin hikayesini okuyucularımızla paylaşır mısınız?

"2012 yılında ilk galerimi Yeldeğirmeni'nde açtım. Tarihi dokusu olan bir yer arıyordum. O esnada babamın anneannesi İtalyan ve onun yıllar önce oturduğu evin satılık olduğunu duydum. Kendisi Türkiye'ye gelerek Türk bir subayla evlenmiş ve büyük bir aşk yaşamışlardı. Nostaljik olarak çok etkilendim. Bundan dolayı da babaannemin soyadı olan Diani ismini galeride kullanmayı uygun buldum. Sonrasında da Beyoğlu'na taşındık. İtalyan Lisesi mezunu olduğum için liseme yakın bir yer olsun istedim. Sanat camiasının yoğun yaşadığı bu bölgeye taşınma sebebim de nostaljik."

Galeri Diani olarak misyonunuz nedir?

"Sana camiasında ayrım yapılmasına karşıyım. Sanat, çağdaş olan olmayan ya da figüratif olan olmayan şeklinde bir ayrıma kesinlikle tabi tutulamaz. Şu anda sanat ile uğraşan her insan çağdaştır. Sanat eseri olan her şeye kapım açık. Şu ana dek pek çok genç sanatçının eserlerini de sergiledim."

Şu ana dek kimlerin eserlerine yer verdiniz?

"Bugüne kadar Teoman Südor, Gülseren Südor, Eren Eyüpoğlu, Yusuf Katipoğlu, Hale Sontaş gibi değerli sanatçıların eserlerine yer verdim. Bunların çoğu Bedri Rahmi'nin öğrencisi. Genç sanatçılardan Fezyan Alasya'ya, Kaan Kayımoğlu'na seramik sanatçısı Tuğba Önder Demircioğlu'na da yer verdim. Şimdi de 6 Mayıs tarihinde Sevinç Çiftçi'nin eserlerine yer vereceğiz. Onun hazırlıkları da devam ediyor. Türk sanatçıların yanı sıra İtalyan sanatçılara da yer veriyorum. Her zaman genç sanatçıların önünü açmayı isterim."

Galeri işletmeciliğinin ne gibi zorlukları bulunuyor?

"Güzel yanları olduğu gibi elbette zorlukları da bulunuyor. Ekonomi kötüye gittiği zaman, insanlar ilk sanat eserleri almaktan vazgeçiyor. Sanat ruhumuzun ilacı olsa da ilk vazgeçtiğimiz şey olabiliyor. Yemek yemekten su içmekten vazgeçemezsiniz ama sanat eseri almayı erteleyebilirsiniz. Ne sanatçıyı ne galericiyi ne de koleksiyoneri üzmeyecek ortak bir paydada buluşmak gerekiyor. Vergiler de bu durumu etkileyebiliyor. Maddiyat ile duygularınız arasında kalabiliyorsunuz. Ve sanat çevrenizin olması da çok önemli."

"Galericilik kolay iş canım" diyenlere bir sözünüz var mı peki?

"Çoğu insanların düşüncesi bu yönde ancak galeri işletmeciliği cidden zor bir iş. Bana da bir saatte tablolar asılır sonra da bir kokteyl verirsin olur biter tarzı yaklaşabiliyorlar. Ancak, sanat eserlerinin renklerinin birbirine uyması, bağlanmaları, asılmaları da uzun zaman alıyor. Sergi açacak sanatçıların basın bültenleri yazılıyor, medyaya haber veriliyor. Tabi, sanat eserinin oluşum süreci, çerçevelenmesi, nakliyeye gitmesi derken aslında arka planda görünmez pek çok kahraman bulunuyor."

Ülkemizde sanat hak ettiği yerde mi?

"Hayır. Ancak bu soruya diğer dünya ülkeleri açısından bakarsak oralarda da sanata gereken değerin verilmediğini söyleyebiliriz. Sanatın yanı sıra bu durum sanatçılar için de geçerli. Sanatçı hayatını kaybettikten sonra, kıymetini anlıyoruz. Sanat ile uğraşan insan daha zor şartlarda hayatını sürdürmek durumunda kalabiliyor. Sanat, her ne kadar zor koşullarda ortaya çıkmış olsa da toplumları ileriye götüren bir olgu. Sanat çok sancılı ve çok cesaretli bir şey. Toplumda bunun içinde evriliyor, değişim gösteriyor ve sonunda kötü olan bir dönemden insanlık sanat ile çıkabiliyor. Bu, insanlık tarihi boyunca böyle olmuştur.

Erkek egemen bir iş dünyasında başarılı bir kadın olarak nasıl tutundunuz? Bugünler için ne gibi mücadeleler verdiniz?

"İş hayatında yazılı olmasa da şöyle bir kural var. Aynı işi yaptığınız erkek arkadaş, sizden daha yüksek maaş alabiliyor. Hollywood'da bile erkek aktörler kadın aktörlerden daha fazla para alıyor. Bir de şu durum var. Siz sürekli ben kadınım ben ezilenim şeklinde bir tutum sergilerseniz bir süre sonra karşı tarafta sizi öyle görür. Ben başarılı olmak için hiç kadın olduğumu düşünmedim. Onlar bana hissettirmeye çalışa da ben önemsemedim. Bunu öfke malzemesi yapmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Önce siz ezilen tarafta olduğunuzu hissetmeyeceksiniz ki karşı tarafta hissetmesin. İş hayatında cinsiyet yoktur. Önemli olan işinizi dürüst bir şekilde yapmaktır. Asıl erdem budur."

Ülkemizin kanayan yarası kadına şiddet, taciz olayları ile ilgili topluma ne mesaj vermek istersiniz?

"Bu sorun aslında çocukluk çağlarından başlıyor. Siz erkek çocuğunuzun eline silah verirseniz, vurmalı kırmalı oyunlar oynamasına izin verirseniz o da büyüyünce şiddete meyilli olur. Oyun gibi gözükse de çocuklar için çok tehlikeli bir araç haline gelebiliyor. Bir toplumu eğitmek isterseniz önce kadını eğitmelisiniz. Emin olun şiddetin temelinde de eğitimsizlik yatıyor. Benim isteğim, erkek çocuklara olduğu kadar kız çocuklara da he konuda fırtsa eşitliği sağlanmalı."

Kadınların çalışma hayatında daha aktif bir şekilde rol alması için neler yapılmalı?

"Öncelikle ders kitaplarında sürekli yemek pişiren, temizlik yapan anne figürü yerine çalışan anne figürlerine yer verilmeli. Çocuklar, resimden daha çok etkileniyor çünkü. Kitap okuyan anne figürü, elbette çocuğu daha çok etkiler. Kırsal kesimlerde de kız çocuklarının okuması için ciddi teşvikler yapılmalı. Kadınlar, artık kendi hayatlarını kendileri yönlendirmeli. Mesela, zor şartlarda yönetmen olan Ümmiye Koçak'ın hayatı her yerde okutulmalı. Bu da bir teşviktir."