Türkiye'nin NATO'ya girişi bir mecburiyetten doğmuştu.
Daha 1. Dünya Savaşı'nın yaralarını sarmadan patlak veren yeni bir dünya savaşından ülkemizi uzak tutmuştuk. Evet, ekmek karneyle satılmıştı o dönemlerde, yokluk, fakirlik diz boyuydu. Devlet, "savaşa hazır" olmak için vergi adı altında yürürlüğe koyduğu uygulamalarla adeta vatandaşa zulmeder hale gelmişti. "At pisliğinden buğday tanesi ayıklardık" diye anlatıyor o günleri yaşayanlar...
Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren müttefikimiz olan, hatta 1. Dünya Savaşı'na dahil olmamıza neden olan Almanlar, "seçim yasası" falan derken, bir onbaşı bozması çılgına devleti teslim etmişti. İşte o çılgın, tek başına Avrupa'ya tarihinin en karanlık dönemini yaşatmaya başlamıştı.
Hitler'in yenilgisiyle noktalanan 2. Dünya Savaşı'nın en net sonuçlarından biri ABD askerinin Avrupa kıtasına ayak basması oldu.
ABD'nin Normandiya çıkartmasıyla ayak bastığı Avrupa'da Hitler'e karşı organize ettiği "ortak ordu", Moskova merkezli Varşova Paktı'nın karşısında NATO adıyla yeni bir askeri birliğe dönüştü.
Doğu ve Batı bloku olarak adlandırılan bu iki ana akımın arasında kalan Türkiye, çok partili sisteme de geçerek entegre olduğu dünyadaki yerini tayin etmek durumundaydı.
NATO'yu tercih etti Türkiye. Ortak olarak ilk bedeli, Kore'de ödedik. Tam 741 şehit verdik, yüzlerce de gazi döndü geriye...
* * *
NATO, Türkiye gibi ülkelerde bir anlamda ABD emperyalizminin derin uzantılarını da örgütledi. Komünizme karşı kurulan askeri blok, sivil hayatı da buna hazır tutmak için çeşitli isimler altında her devlette benzer örgütler kurdu. Kimine "Gladio" denildi, kimine "Derin Devlet" veya "Kontrgerilla" ama hepsi de benzer gizemlere sahip oldu.
Uzun süre NATO'da Türkiye adına görev yaptıktan sonra, orgeneralliğe kadar yükselme şansı varken istifa etmeyi tercih eden bir komutanın özel sohbetteki sözü hâlâ kulaklarımda çınlıyor:
"NATO'nun, üye ülkeleri hizaya getirmek ve hizaya tutmak üzere özel yöntemleri olduğunu keşfettim. Tesadüfen gördüğüm bir kitapçıkça bu yöntemler arasında sabotaj, suikast, iç karışıklık dahil birçok kirli yöntem yer alıyordu. Bunu gördükten sonra TSK'da kalmam anlamsızdı..."
ABD merkezli bu askeri ittifak, çeşitli şekillerde üye ülkelerin siyasi hayatlarına da yön verme misyonunu üstlenmişti. Bunu yaparken önüne engel olarak çıkacak dinamikleri de dizayn etme görevi vardı NATO'nun. Tam bağımsızlık fikri her ülkede hareket alanını daraltan bir duvar gibi duruyordu.
Onun için, orduları da, toplumun sivil dinamiklerini de NATO'ya göre dizayn etmek, tam bağımsızlık diyenleri tasfiye etmek gerekiyordu.
Bunu büyük oranda başardılar da...
1960 darbesi, 1972 muhtırası, 1980 darbesinde büyük, bazı ara dönemlerde de küçük tasfiyeler, hem siyaseti, hem de orduyu dizayn etmeye hizmet etmişti.
* * *
Türkiye bugün, kirli bir savaşın içinde. NATO üyelerinin lojistik desteğiyle gücünü tarihinin en üst seviyesine çıkarmış PKK bir cepheden, Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmenin figüranı IŞİD başka cepheden saldırıyor.
Nusaybin'de PKK bombaları, Kilis'te IŞİD füzeleri can almayı sürdürüyor.
Suriye topraklarından ateşlenen füzelere karşılık topçu atışlarından başka bir şey yapamıyoruz şu anda. Yerli halktan fazla mültecinin yaşadığı Kilis, füzeler nedeniyle yaşanan göçler yüzünden bir Suriye şehrine dönüşüyor.
Suriye savaşı başladığında Türkiye'yi savunmak üzere Patriot füze bataryalarını sınır hattına konuşlandıran Avrupa ülkeleri, bunları geçen yıl birer birer sökerek götürdü. Bir anlamda "kendi sınırınızı kendiniz savunun" diyerek gittiler.
Rusya, Türkiye'nin IŞİD'e havadan müdahalesi halinde uçaklarımızı vuracağı tehdidini savuruyor.
"Koalisyon güçleri" adıyla İncirlik'teki NATO üssünde ve Suriye'nin belli bölgelerinde konuşlanan "dost" uçaklar ise Kilis'i tehdit eden IŞİD mevzilerine tek bir mermi atmıyor.
Uzun yıllar sivil dinamiklerimiz yanında askeri yapımızı da düzenleyen NATO, bugün bize destek vermeyecekse ne zaman verecek?
1. Körfez Savaşı'nda 36. paralel safsatasıyla TSK jetlerinin PKK'yı vurmasını engelleyen Çekiç Güç gibi, NATO gücü de bugün Türkiye'nin yanında değil, karşısında yer alıyor...
Tarihi ve hayati bir dönemeçte olduğumuz kesin. NATO dahil tüm ortaklıkları ve dostlukları yeniden gözden geçirme zamanı... Bunu NATO'nun şekillendirdiği kadrolarla ne kadar yapabiliriz, ayrı bir bilmece tabii...