Türkiye ya da Türkleri, sadece Anadolu coğrafyası ile mi sınırlı görmeliyiz? Yoksa Avrupa, ABD, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkasya'dan, Orta asya'daki (Doğu - Batı Türkistan) Türk Devlet ve toplulukları olarak, geniş bir coğrafya olarak mı görmeliyiz, geniş bir coğrafyaya yayılmış, Türkçe konuşan bir millet olarak mı görmeliyiz? Henüz bu konuda ne dil, ne kültür, ne ekonomik ne de sosyal ve siyasi olarak, net bir fikir birliği ortaya konulmuş değil. Oysa ki; Bir asır önce İsmail Gaspıralı Bey'in, 'Dilde, işte, fikirde birlik' düşüncesi hayata geçirilmeye çalışılmıştı. Baktığımız zaman, ne yazık ki, bir asır sonra bu gün de çok fazla bir mesafe katedilebilmiş değil. Peki neden? Ve bunda en fazla sorumluluk sahibi kim ya da kimler olmalıydı? Türkiye'nin fonksiyonu ne olmalıydı? Soruları hâlâ cevap bulabilmiş değil. Fakat bu soruları soran, aklı, fikri, düşüncesi, inancı ile yazdığı kitapları, yazdığı makaleleri ve şiirleri, yayınladığı dergileri ve verdiği konferans ve katıldığı toplantıları ile Almanya'dan, Türkiye'ye ve bütün Türk dünyası ve önce Avrupa ve sonra da umum insanlığa seslenen bir araştırmacı, yazar ve şair Orhan Aras, bu haftaki konuğumuz. Türkiye'de doğmuş yetişmiş, sonra da Almanya'ya yerleşmiş olan Aras, sadece Avrupa Türkleri ile değil Türkiye ve bütün Türk dünyası ile ilgili bir insan. Türklerin Avrupa'daki sosyal, siyasi, ekonomik, inanç ve kültürel mevcut durumları ve gelecekte var olup olamayacakları ve asimilasyon gerçeği üzerine, Aras ile konuştuk.
Almanya'da yaşayan Türkler, 4'üncü nesili yaşıyorlar. Özelde Almanya ve genelde de Avrupa'daki Türklerin bugün karşı karşıya oldukları en büyük problem nedir?
Asimilasyon, Türkler için büyük tehdit ve tehlikedir. Almanya'da şu anda 3 milyon Türk var. Ama bunun 1 milyondan fazlası Alman vatandaşlığını almış. Dil konusu yani Türkçe. Türkçe büyük tehlikede. Almanlar istiyor ki, camilerdeki vaazlar Almanca olsun. Bazıları bunun ciddiyeti ve vahametini tehlikesini anlayamıyorlar. Almanca ile bize ait milli ve dini anlamları tam manası ile ifade edemezsiniz ve bize ait bizi anlatan kelimelerin Almancada yeri yok. Meşhur biz söz var bir halkı yok etmek için, dilindeki kavramları değiştirin... Yapılan araştırmalara göre, Türk çocuklarının yüzde 70, kendi aralarında Almanca konuşuyorlar. Hayata, aileye, olaylara, insani ilişkilere bakışı her şeyi Almanlaşıyor. Ailesini, dinine ve diline kültürüne ait olan değerleri küçümsemeye ve hor görmeye ve zaman içinde de inkara kadar gidiyor. Aileden kopuyor, Türkiye'ye karşı hiç bir duygusal bağı kalmıyor. Dedesi ile ninesi ile amcası, halası ve teyzesi ile konuşamıyor, anlaşamıyor, çünkü Türkçe bilmiyor. Öz kültür, öz sanat, öz dil, öz gelenek, öz edebiyatımız sahalarında yeterli ve gençlere ulaşabilecek şekil, seviye ve kalitede, ne yazık ki faaliyetler, yok denecek kadar azdır.
AİLELERE BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR
Türkçe'nin korunabilmesi için neler yapılmalıdır?
Dini ve dili karakter haline getirmediğimiz müddetçe ve ahlak ile edebi hayatımızın içinde ön plana almadığımız taktirde, hiç bir şeyin düzeleceğini düşünmüyorum. Ailelere büyük sorumluluk ve görev düşüyor. Oradaki aile diyor ki; 'Benim gibi olacaksın, bana uyacaksın, benim gibi yaşayacaksın.' Ve aile kendisini geliştirmiyor, sorumluluktan kaçıyor ve o zaman da, çocukları ile yeterli derecede iletişim kuramıyor. Dilin korunması ve Türkçenin yaşatılabilmesi için, ailelere, annelere, babalara çok büyük görevler düşmektedir. Okullarda Türkçe dersi var ama çok az sayıda öğrenci talep gösteriyor. Aile demiyor ki, gel okulda ana dilini Türkçeni öğren. Almanya'daki STK'lar ana okullarında, ücretsiz Türkçe dersleri verebilirler ve bunun kanunda yeri vardır. Özellikle ev içinde anne ve baba Türkçe konuşmalı ve çocukları ile de Türkçe konuşmalılar ve teşvik edilmeliler. Türkiye sadece kendi okullarında olan öğrencileri ihmal etmemiştir. Yurtdışında yaşayan binlerce Türk çocuğu da asimilasyona terk edilmiştir. Almanya'daki Yunan, Hollandalı gibi küçük azınlıklara sahip milletlerin kendi ana okulları, kendi orta liseleri olmasına rağmen, sadece Almanya'da yaşayan üç milyona yakın Türk'ün bir tek lisesi yoktur.
GÖNÜLLERİ FETHETMELİYİZAsimilasyona direnen, dil ve kültürünü korurken, Alman toplumu ile pozitif iletişim nasıl sağlanmalı?
Türkiye'nin uyguladığı politika ve söylemleri ile Almanya'da Türkleri ve Almanlar ile karşı karşıya getirecek, Almanların korkuları tetikleyecek poltika ve söylemlerden uzak durmak gerekir. Ancak, bununla birlikte bu asimilasyon poltikalarının önüne geçerken ve de Almanlar ile de pozitif iletişim içinde olmalıyız. Almanya'da ve Avrupa'da, eğer bize ait değerleri yaşayabilirsek, yaşatabilirsek, paylaşabilirsek, inanın o zaman, Almanlar da, Avrupalıların da, bize olan bakışları, endişeleri ve korkuları yerini, birlikte yaşayabilme ve o toprakarı paylaşabilme düşüncesine dönüşecektir. Yani bizim geleneğimizde olan kültür ve medeniyet anlayışımız ve iman ile aşk ile gönülleri feth etmek. Biz bunun için çalışmalıyız. Almanlar istiyor ki, camilerdeki vaazlar Almanca olsun. Bazıları bunun ciddiyeti ve vahametini tehlikesini anlayamıyorlar. Almanca ile bize ait milli ve dini anlamları tam manası ile ifade edemezsiniz ve bize ait, bizi anlatan kelimlerin Almanca'da yeri yok. Meşhur biz söz var bir halkı yok etmek için, dilindeki kavramları değiştirin...
AİLE KURUMU YARA ALIYOR
Almanya'da, dil ve kültürdeki asimliasyon tehlikesi sürerken, bu süreçte Türk aile kurumu nasıl etkileniyor?
Almanlar aile mefhumunun zeelenmesi ve yk olma tehlikesini fark ettiler ve yeni yeni bir takım önemler almaya başladılar. Yani dede ve nine başta olmak üzere, büyük aile olarak Alman toplumunu yeniden inşaa ve düzenleme çalışmasına girdiler. Ama Almanya ve Avrupa'daki bu sürüklenilen asimilasyon dalgasından, sadece Türkçe ve sadece çocuklar değil, bütün aile kurumu, akrabalık bağları ve Türk milletinin orada yaşayan bütün üyeleri, olumsuz etki altındadır. Aile önce anne ve baba başta lmak üzere, kumak, araştırmak ile birlikte, diline, dinine, kültürüne ve geleneklerine sahip çıkmalı. Tarih, kültür, sanat ile ilgili edebiyat, hikaye, roman ve şiirlerin yer aldığı kitaplar, mutlaka evlerinde bulunmalı. Önce anne ve babalar okumalı ve çocuklarına, gençlerine örnek olmalılar. Ama bunu yaparken zorlama ile değil, sevdirerek ve birlikte paylaşarak yapmalılar. Evde mutlaka Türkçe konuşmalılar. Gerekirse küçük taktir , teşvik ve ödüllendirmelerde bulunmalılar ki, olumlu etkileri olsun. Sonra bir şekilde Türkiye ile olan bağları sürekliliği sağlanmalı.
Türkiye'de Batı ya çok yükseltilir ya da çok eleştirilir? Batıda sizce örnek alınacak, en önemli unsurlar nelerdir?
Bu önemli bir soru. Bizde ya bir şey çok iyidir ya da çok kötüdür. İkisinin ortası genelde yoktur. Oysa Batının eleştirdiğimiz kadar örnek alabileceğimiz yönleri de vardır.
HERKES KANUN KARŞISINDA EŞİT
Hukuk ve adalet sisteminin Alman vatandaşlarına yaklaşımı nasıldır?
Batı nedir, nasıl bir sisteme sahiptir? Öyle sağlam kurulmuş ki, tıkır tıkır işleyen bir sistem. Mesela adalet sözü, bizde manevi bir takım değerleri çağrıştırır ama uygulamayı gerektirmez. Batıda teknik manada kullanılır adalet. Sistem öyle kurulmuş ve öyle işliyor ki, kim olursa olsun. Polis diyor ki, 'Sen kim olursan ol, adalet karşısında eşitsin. İster başbakan ol, ister sade bir yurttaş ol, hukuk karşısında eşitsin.' Yani hukuk sistemini sağlam kurmuş ve işliyor. Hiç bir mahkeme, bu adam şudur, bu adam budur diyerek kararını vermez. Kendi vatandaşına bu hakkı sağlamış. Ha sen diyorsun ki, 'Batı kendisinden başka herkese adaletsiz, merhametsiz, sömürüyor' Evet öyle ama o senin problemin. Sömürtme, ezdirme kendini. Öyle bir sağlam, kalıcı ve sürdürülebilir sistem kur ki, güçlü ol, adil ol ve Batı ya da başka herhangi bir güç karşısında ezilme, diren, dayan ve sağlam ol. Adalet, hukuk, emeğin karşılığı, mesai aksamadan zamanında ödenir, hakkın ne ise senin ramana mücadele etmene gerek yoktur, çünkü sistem, sana sahip çıkar ve o meblağ ne ise seni bulur.
ALMAN EĞİTİM SİSTEMİ, İNSANINI HARCAMIYOR
Almanya'daki eğitim sistemi nasıldır? Mesleki branşlaşma ve uzmanlık alanına yöneltme nasıl sağlanıyor?
Mesela, eğitim sistemi Almanya'da Türkiye'deki eğitim sisteminden çok farklıdır. İnsanı, öğrenciyi okumaya, eğitime, hayata, geleceğe, başarıya, sanata, zanaata, ülkesinde, devletine küstürmek yerine.... Her seviyede ve her kapasitedeki öğrenciye uygun eğitim vardır, Alman sisteminin içinde. Almanya'daki eğitim sisteminde öğrencileri 5'inci ve 6'ncı sınıftan ayırırlar. Anadili Almanca, İngilizce ve Matematik dersi çok iyiyse, o öğrenciyi, üniversiteye hazırlamak için ayırırlar, orta derecede olan öğrenciyi, memur lisesine alırlar ve banka ya da devlet dairelerinde görevlendirmek içn. Daha aşağıda olanları ise meslek lisesine gönderirler. Yani duvarcı ustası olur, motor tamircisi ya da bunun gibi... Ama diğer bölümlerde okuyan öğrenci aklı başına geldi mi, o da bir üst bölüme girme hakkı vardır, yeter ki çalışsın gayret etsin. Yani engel koyma ve önünü tıkama yoktur. Mesela ekonomik düzeyi olan bir arkadaşımın oğlu vardı. Bir gün baktım fabrikaya gelmiş ve üzernde mavi önlük var. 'Sen burada ne yapıyorsun?' dedim. O da bana dedi ki, 'babam bana git orada üç yıl çalış, ondan sonra üniversiteye gidersin.' Evet geldi burada üç yıl çalıştı ve sonra gitti, üniversiteye girdi. Ama diyor ki adam, hayatı öğrenmeli, yaşadığı sistemi öğrenmeli ki, sistem işlesin, insan da o sisteme adapte olabilsin. Her insanın ilmi ve bir marifeti bir becerisi olacak. Senin nedir marifetin? Ne yapabilirsin? Siz eğer ele becerisi ve bir işi kendiniz yapamıyor iseniz o zaman eşyaların kölesi oluyorsunuz. En küçük bir şeyi bile dışa bağımlı olarak yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Bunu en küçük örnekten, en büyük yaşadığımız örneklere kadar çoğaltabiliriz. Aslında bu metod bana bizdeki, Ahilik teşkilatı ve mesleki, sanat ve zanaat eğitim sitemi aklmıza getiriyor ama biz bir çok değerimizi, kurumumuzu yitirdiğimiz gibi, bu değerimizi de yitirdiğimiz ve de onun yerine de ne, onu ne de ondan daha iyi bir sistem getiremediğimiz için, bu sahalarda da problemler yaşamaya devam ediyoruz, maalesef. Oysa bizde istisna zamanlar, kurumlar ve devirler hariç, insanı, inancı, ahlakı, ilmi, irfanı ve gönlü esas alan değerleri insanlarımız, maneviyat öncülerimiz, yöneticilerimiz vardı. Onlar sağlam iman, ilim, irfan, ahlak ve deb sahibi oldukları için, yönettikleri ve içlerinde bulundukları toplum üzerinde, yazdıkları, kurdukları, söyledikleri, her zaman olumlu ve kalıcı tesirler bırakıyordu. Önemli lan geçmişimizdeki bu değerli insanları, sözlerini, hayatlarını, eserlerini, bu güne ve bu günün nesline anlatabilmeliyiz ki; Huzur ve güven içinde, çağın bilgisi ve teknolojisine açık olalım. Sadece biraz farkında olmak, biz kimiz sorusunu sormak! Sadece bu kadar. Bu soruyu sorabilirsek, cevabı bize doğru adrese ve doğru kaynaklara yöneltecektir.
VASİYETNAME:
Sebük Tegin'in, oğlu Gazneli Mahmud'a bıraktğı vasiyetinden;
(Tarihi kitaplarda adından övgü ile söz edilen, Gazneli Mahmud'un adaletinin, alimliğinin, eli açılığının, akıllı ve tedbirli oluşunun, en büyük nedeninin babası Sebük Tegin'in, ona bıraktığı 'Pendname' (Vasiyetname' olduğu söylenir. Vasiyenameden bazı öğütleri burada paylaşmak isterim)
''Oğul, az konuş, çok iş yap.
Memleketinde bir canlı gece aç uyursa, Allah senin, cezanı verir.
Affın, öfkenden fazla olmalıdır.
Halkın malına el uzatanı, öldür.
Geveze ve gereksiz, söz söyleyenleri, huzurundan kov.
Herkesin yeteneğini ölç, uygun olduğu işe tayin et, filan vezirin oğludur diye ona görev verme. Görevi, bir eşekçinin oğlu da olsa, yeteneği varsa, ona ver.
Sır sakla, düşmanlarınla, iyi geçiniyormuşsun gibi görün.
(Gerçekten de, onun bu öğütlere ömrünün sonuna kadar, uyduğunu yazar tarihçiler: )
* Bir devlet adamı ağırbaşlılığı ile çok az konuşurdu.
* Öfkesini gerekli gereksiz, dışa vurmaz ve kime düşman olduğunu, kimi sevmediğini asla belli etmezdi.
* Yüzüne karşı övülmesine kızar, dalkavukları yanından uzaklaştırıdı.
* Kendi aleyhine dahi olsa, adaletten milim ayrılmazdı.
* Kendisinden farklı görüşte olan devlet adamlarını korur, gözetirdi. Allah sana rahmet etsin Sebük Tegin! Öğütlerini oğlun Mahmud tuttu, büyük hükümdar olarak anıldı, bin yıl sonra bile sözleri, adaleti ve akıllılığı ile aramızda yaşamaya devam etti ama biz tutamadık.
Yeniden okumalı ve anlamalı....
ORHAN ARAS KİMDİR?

Iğdır'ın Kuzugüden Köyü`nde doğdu. Orta öğretimini Iğdır`da bitirdikten sonra Artvin, Kars ve Erzurum Ögretmen okullarında okudu. Öğretmenlik yapmadan Almanya´ya gitti. Almanya Bochum Üniversitesi`nde Türkoloji derslerine katıldı. Sonra İktisat Fakülktesi´ni bitirdi. Azerbaycan`da başlayan bağımsızlık hareketleri sırasında, Almanya`da faaliyete başlayan 'Azerbaycan Türkleri Federasyonu' çalışmalarına katıldı ve Avrupa`nın çeşitli şehirlerinde, derneklerin faaliyetleri icin akif görev aldı. Çesitli konulardaki makaleleri, hikayeleri ve şiirleri Türkiye´de, Azerbaycan'da ve Avrupa`da çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanmaktadır. 1994 yılından beri Türkiye Yazarlar Birliği ve 2007 yılından itibaren de, Azerbaycan Yazarlar Birliği fahri üyesidir. Avrupa`da aylık yayınlanan 'Avrupa`dan Bakış' gazetesinn yayın yönetmenliğini yapmaktadır. Türkiye`de 5, Azerbaycan`da 1, Almanya`da 1 Almanca kitap olmak üzere, yayınlanmış 7 kitabı bulunmaktadır.
ESERLERİ:
Karabağ`ın Gözyaşları (şiir, 1990-İstanbul), Azerbaycan Davamız (İstanbul, 1998), Aşklar Daha Ölmedi (şiir, 2000, Istanbul), Ayrılığın Rengi Hüzün (2002, İstanbul), Deutschland Gib Mir Ein Wenig Liebe (2006, Almanya), Hoşgördük Güzel Yurdum (2007, Bakü), Prtreler ve Kitaplar (İstanbul), Ah Türkiye Ah (2016, İstanbul),
DiRiLMEK
Yaşanmışlık deli bir dehlizde kıyasıya
Övülmek...
Bir sarnıçta uyuyan su olmak zamanı unutarak
Damlalarca, damlarla
Dövülmek...
Öpüşen iki kuş gagasında bir buğday danesince
Güldanece
Gülmek...
Yurtsuz sürüngen deliğinde;
Ağlamak zehir zehir
Gözyaşlarına sürülmek..
İskelet ortasında bir kemik
Kemiksiz bir duvar iskeletinde
Örülmek örülmek...
Sonra sonra
Ölüme "Allah'a ısmarladık" diyerekten
Ölümüne dirilmek..
ZAMAN VE ÖTESİ
Gelir uzaklardan yorgun bir yolcu
Birkac kelâm katar hatıralara
Saplanır göğsüme hayatın ucu
Yaranın üstüne açılır yara.
Tutar ellerimden beni götürür;
Sır ekip sır bicen sırlı diyara
Kaynatır kazanda derimi dürür
Sonra merhem eder intizarlara.
Aşınır karanlık mahzende zaman
Bir yanık türküde bağırır sancı
Ağzımdan fışkırır zehirli duman
Sırra kadem başar sırlı yabancı.
Dizilir yollara korkunç adamlar
Kurşun gönderirler kurşun sesine
Damlar gecelerden karanlık damlar
Yüreğimin gizli bir köşesine