Türkiye, 30 yılı aşkın süredir PKK terörüyle kan-can kaybediyor. Bölgenin en güçlü ülkelerinden biri olma potansiyeli varken, terörlü yılların alıp götürdükleri Türkiye'yi bugün devasa bir borç batağında, "kredi notu" kaygısıyla geçiriyor.

PKK, dönem dönem maskesini değiştiren bir terör örgütü. Bunda kuşku yok. Emperyalizmin PKK'yı desteklediğine de... İyi ama, bu örgüt insan kaynağını nasıl buluyor, dağa çıkanların tamamı intihar eğilimli veya maceraperest bir ruh haline mi sahip?

Bülent Arınç, "çözüm süreci" adı verilen ve terörü "müzakere" ile sonlandırmak istendiği dönemde Başbakan Yardımcısı sıfatıyla "Ben de dağa çıkardım" demişti. Bunu söylerken Diyarbakır Cezaevi'nde 12 Eylül dönemindeki insanlık dışı uygulamalara atıfta bulunmuş, bir kadın milletvekilinden bahsederek şöyle demişti:

"Ben bir BDP 'li kadın milletvekiline kızıyordum, çok beddua ediyordum. Ama onunla ilgili bir hatırayı dinledim, artık kızmıyorum. Çünkü 17 yaşında genç kız iken Diyarbakır Cezaevi'nde ahlaksızca işkenceye maruz kalmış ki, öyle kendisini zorlamışlar ki, ben de aklıma gelse dağa çıkardım. Çünkü Diyarbakır Cezaevi'nden çıkanların yarısı dağa gitti, yarısı da dağdakilere övgüler diziyor."

Arınç, terörün ağa babası Abdullah Öcalan için de "Belki Öcalan'da bu karanlığın kurbanı olarak bu yollara götürülmüştür" sözlerini de sarfetmişti konuşmasının devamında.

Öcalan'ın Türkiye'nin önünü açtığını, bölgenin durumunu daha sağlıklı yorumladığını, dünyanın geleceğini çok iyi okuduğunu, olayları okuma kabiliyeti ve tecrübesi olduğunu, geniş bir prestij alanı olan nadir insanlardan biri olduğunu söyleyip "Öcalan'ın sözleri bizim de düşüncemiz" diyen devlet yetkilileri de olmuştu o dönemde. Hepsinin bunları söylerken çıkış noktası, Diyarbakır Cezaevi ve o dönemde Doğu ve Güneydoğu'da yaşanan "karanlık" olaylardı.

Sonrası da var tabii. Faili meçhuller, asit kuyuları, dışkı yedirmeler anlatılıp durdu yıllarca. Mahkemeler yasal süre içerisinde failler bulunamadığı için birçok dosyayı kapattı ama o insanlık dışı uygulamaların vicdanlarda açtığı yara kapanmak bilmiyor. Devlet, yaraları iyileştirmek için gerekli adımları atamadığı gibi, terörden beslenenler de yarayı kanırta kanırta kanatıp durdu. Bunu da halen sürdürüyorlar. Terörle mücadele devam ettiği için yeni yeni örnekler de ekliyorlar bunlara. Ne kadar doğru, ne kadar yanlış bilemiyoruz. Çünkü legal bilgi kaynakları "örtmekle", illegal kaynaklar ise "köpürtüp abartmakla" yansıtıyor olup bitenleri...

1984 Eruh baskınından sonra Başbakan Turgut Özal'ın "üç beş çapulcu" diyerek küçümsediği örgüt, bugün Türkiye'nin egemenlik hakkını tehdit eder boyutlara ulaşmış Diyarbakır Cezaevi'ndeki işkencelerin üzerine basa basa.

* * *

Bugün bir başka terör örgütüyle daha mücadele veriyor Türkiye... Daha doğrusu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ona ayak uydurmaya çalışan küçük bir grup "Hocaefendi"yken terör örgütü lideri olan Fethullah Gülen'in iz bıraktığı her yeri steril hale getirmek için amansız bir uğraş veriyor. "Tüm kadrosuyla" diyemiyorum, çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da bu kadar iddialı olamadığını biliyorum maalesef...

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, önceki gün açıkladı FETÖ'yle mücadelenin bilançosunu. 15 Temmuz'dan sonra 70 bin kişi hakkında işlem yapılmış, FETÖ'yle ilişkilendirilen 32 bini aşkın şahıs tutuklanmış.

Gözaltılar, sorgular devam ediyor, edecek de...

İyi de, "teröristle" mücadele ederken, "terörizmi besleyen" uygulamaları yapanlar, gerçekten FETÖ'yle mi mücadele ediyor, yoksa Türkiye karşıtlarına mı hizmet ediyor?

Ülkenin en yetkili otoritesi "At izi it iziyle karıştı", "Kurunun yanında yaş da yanıyor" derken, o otoritenin gölgesinde varlığını sürdüren birileri çıkıp "Bu söylemler FETÖ'yle mücadeleyi sulandırıyor" diyorsa, birşeyler yanlış gidiyor demektir. Öyle basit bir yanlış değil bu. Kasıtlı olarak mağduriyet üretip soruşturmayı "zulme" dönüştürenler, bu uygulamaları eleştirenlerden daha tehlikeli çünkü.

Fethullah Gülen'in devasa teşkilatının, dünyayı yönetmeye aday bir karanlık gücün hizmetinde olduğunu artık hepimiz biliyoruz. CIA'dan, Stratfor'a kadar birçok gücü kontrol eden 1921 yılında kurulan CFR'nin, Gülen'i kimlerle ortaklaştırdığını, örgütün devlet içerisinde de, dünyada da güçlenmesi için ne destekler verdiğini de biliyoruz...

Ancak bir acı gerçeği daha biliyoruz: FETÖ, yıllarca bu ülkede siyasi ve bürokratik gücü dağıtan, rantın yolunu açan bir örgüt oldu. Siyasette, bürokraside basamakları tırmanmanın, çeşitli ayrıcalıklarla hormonlu servet sahibi olmanın tek yolu oldu FETÖ...

Cüzdanından 1 dolar çıkana yaptığımızı, maaşından başka geliri yokken devasa servetlere kavuşan, sermayesi karanlık şirketler kurup FETÖ'cüler sayesinde aldığı ihalelerle bol sıfırlı dolar hesabı olanlara da yapmamız gerekiyor.

Bir dönemin Maliye Bakanı Zekeriya Temizel'in o çok eleştirilen "Nereden buldun?" yasasının tam zamanıdır. Nasılsa "sebepsiz zenginleşme" diye bir yasamız var. Sebepsiz zenginleşenlerin de, gördüğü her güce biat etme gibi bir "onursuzluk" hastalığı...