1932 yılında İstanbul'da doğan Âşık Daimî'nin dedelerinin aslı, Erzincan'ın Tercan ilçesine bağlıyken, daha sonra Çayırlı ilçesine bağlanan Kara Hüseyin köyündendi. Bu köyden Sivas'ın Kangal ilçesine bağlı Elalibey köyüne nakledilmişlerdi.

Cumhuriyet'in ilk yıllarında, Dersim ve Malatya'dan gelenlerle birlikte bir süre, Kangal'a 32 kilometre uzaklıkta bulunan bu köyde kaldılar.  Daha sonra İstanbul'a göç ettiler. Âşık Daimî'nin babası Musa Dede, Annesi Selvi Hanım amaca çocuklarıydı. Alevi Bektaşi inanç sistemi içerisinde Ocakzâde bir soyundan geliyorlardı. Asıl adı İsmail Aydın olan Âşık Daimî, 1932 yılında İstanbul'da doğdu. İki dedesi de âşıklık geleneğinden gelmişti. Saz çalıyorlar, deyiş söylüyorlardı. Evlerinde Alevi inancının yedi ulu ozanının sözü eksik olmazdı.

Aydın'ın ailesi, 1940'lı yıllarda tekrar Kangal'a daha sonra Tercan'a döndü. İsmail Aydın yedi çocuklu ailenin üçüncü çocuğuydu. Genlerinde âşıklık yeteneği vardı. Yedi yaşında dedesi Dursun Dede'den ilk derslerini almaya başladı. Kısa sürede sesine sazını, sazına sesini katmaya başladı. Gelenektir; âşıkların rüyasında dolu içtiğine ilişkin bir hikâyesi vardır. O da rüyasında pîr elinden bade içtiğini o andan itibaren adının "Âşık Daimi" konulduğunu söyleye geldi.

Âşık Daimî, uzun süre usta bildiği hemşerisi Âşık Davut Sularî ile birlikte yurdu köy köy, kasaba kasaba dolaştı. 1948 yılında ilk plağını doldurmuştu.  Âşıklarla bir araya geliyor, sohbetlerde bulunuyordu. Halk konserlerine katılıyor, seviliyor, sayılıyordu. Birlikte olduğu Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Dursun Cevlanî, İsyanî, Potik Dede, Âşık Davut Sulari kendisinden yaşça büyüktü.

Kendisinde yaşça küçük, sevdiği ozanlar arasında Âşık Beyhanî, Aşık Mahzunî, Ekberi bulunmaktaydı. Daimî kendi şiirlerini, deyişlerini söylediği gibi usta malı türküleri de okuyarak geçmişi günümüze taşıyordu.

Âşık Daimî, Türkiye ve Avrupa'nın çeşitli kentlerinde konserler verdi. Onlarca kaset ve plak doldurdu. Hayatının son yıllarında birçok genç âşığı etkiledi. Bazı sanatçılara ve âşıklara bağlama dersleri verdi. Şiirlerinde sevgi, doğa ve her türden ayrımcılığı eleştiren, insan öğesini öne çıkaran konuları işledi. Şah Hatayî, Pir Sultan ve Yunus Emre'nin düşüncelerinin sentezi hayat felsefesi oldu.

Bu felsefeyi yansıtan bir deyişi şöyle başlıyordu:

"Menzil almak ister isen
Gönül sabreyle sabreyle
Dostu bulmak ister isen
Gönül sabreyle sabreyle"

Âşık Daimî, bir nefesinde şöyle sesleniyor:

Kâinatın aynasıyım
Mademki ben bir insanım
Hakkın varlık deryasıyım
Mademki ben bir insanım

İnsan hakta hak insanda
Arıyorsan bak insanda
Hiç eksiklik yok insanda
Mademki ben bir insanım

Daimi'yim harap benim
Ayaklara türap benim
Aşk ehline şarap benim
Mademki ben bir insanım"

Hakkı insanda ve her şeyde görme anlayışını derinden duyumsayan Âşık Daimî, bu nefesinde varlığı ve varlığın doğuşunu açıklıyor. İnsanı bütün kavrayışının merkezinde gösteriyor.

Semahta gözlerin el-avuç içine bakması aynada kendini, insanda Tanrı'yı görmeyi sembolize eder. Kalbe, götürülen eller, içten ve kalpten sevgiyi ve yola bağlılığın anlatımı ve selâmıdır.

Âşık Daimî'nin Tercan'da geçen yıllarında, âşıklık geleneği içindeki yerini pekiştirdi. 1951 yılında uğrunda şiirler yazdığı, türküler söylediği Gülsüm Hanım ile evlendi. 1962'den sonra yeniden İstanbul'a döndü.  TRT tarafından açılan sınavı kazanarak kaşeli sanatçı olmuştu. Geçmişi dolayısıyla Tercanlı Daimi olarak anıldı.

Âşık Daimî, yola, erkâna, meydana saygılı ve bağlı bir âşıktı. Âşık geleneğinin sürekliliğine katkı vermişti. 17 Nisan 1983'te vefat etti. Kızı Yadigâr Aydın Orhan tüm şiirlerini topladı. "Âşık Daimi, Hayatı ve Eserleri" adıyla bir kitap yayınladı. Ruhu şad olsun.