Şair sözü yalan değil. Fuzuli’nin sözü yanlış anlaşılıyor. Ama kendini şair sanan çoğu kişiler sizi yalan söylemeye zorlayabilir. En çok zorlananlardan biri olduğumu söyleyebilirim. Bu zorlanış 30-35 yıl önce üst düzeydeydi. Kadıköy’de, Pera Palas’ta ve diğer pek çok mahfilde şiir günleri yapıyorduk. Yurdun çeşitli yerlerinde düzenlenen şiir şölenlerine davet için akla gelenlerdendik. Her etkinlikte pek çok kişinin şiirim nasıldı, sorusuna muhatap oluyorduk.  Elimize manzume metni veya bir kitap tutuşturulup, fikrimiz soruluyordu. O zamanlardan beri belki çizmeden yukarı çıkarak şiir nedir, şair kimdir, gibi sorulara cevap olabilecek yazılar yazıp, gazetelerde, dergilerde yayınlamaya başladım. Bu yazıların bazılarını birleştirip “Hayatın Kendisi Şiir” ve “Şiirlerle Yaşamak” gibi kitaplarıma da aldım. Kitaplardaki görüşlerimi manifesto olarak yorumlayanlar oldu. Okuyup şiir hevesinden vazgeçenler de çıktı. Benim görüşlerim doğrudur, bu işi ben bilirim demem mümkün değil. Haddim de değil. Ama benden yorum isteyenler, benim ne anladığımı yazılarımdan okusun istiyorum.

İçinizde “bunları daha önce de okumuştum” diyenler olabilir. Doğrudur. Daha önce de bir değil, birkaç kez yayınladım.  Yazılarım gazetede üç gün sürecek. İşe şiirin tanımından başlayalım:

Şiir, edebiyatın, dilin doğuşuyla beraber ortaya çıkan bir türü. Şiirin binlerce tanımı var. Sözlükler, “Zengin imgelerle, ritimli sözlerle, seslerin uyumlu kullanımıyla ortaya çıkan yazınsal anlatım biçimi” diye tanımlıyorlar. Bu tanımda düşünce ve yürek coşkusunun noksan olduğunu söyleyebilirsiniz. Gerçek bir tanıma ulaşmak olanaksız.

Her şiirin tanımını beraberinde getirdiğini söyleyebiliriz. Melih Cevdet Anday "Çıkar yol, şiiri tanımlamaktan vazgeçmektir. Tanım akıl işidir, şiir ise akıl dışıdır." diyor.  Bu sözlerde bile bir tanım var.

Valéry’ye göre, gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar, kendisinde biter. Bütün soyluluğu da buradan gelir.

Özdemir Asaf'ın şu sözü bir gözlemin anlatımıdır: "Her insanın bir öyküsü vardır, ama her insanın bir şiiri yoktur" Sait Faik’de şöyle söylüyor: “Şiir olmayan yerde insan sevgisi de olmaz. İnsanı insana ancak şiir sevdirir. Şiir, insanı insana yaklaştıran şeydir.”

Şiir nedir? Bir yazı türü mü? Bir kafiyeler dizisi mi? Yoksa, yazıların düzenli, uygun adımlarla söylenen bir marş gibi askerce yazılışı mı? Yoksa bir hazan yaprağının rüzgâr önünde savruluşu mu?

 Kimimiz için bir tutku. Kadını sever gibi. İçkiyi sever gibi. Sigarayı parmaklarına kahverengi izlerle yapıştırır gibi. Kimimiz için bir “soluk”. Bazen bir yaşam biçimi. Kimimizin yaşlı gözlerden akıttığı yaşların toplandığı bir kap.

Bir martının uçuşu, denizin köpüğüdür. Boğaziçi’nde dinmiş lodosların uğultusu içinde bir yalı. Bir ananın çocuklarının dönüşünü bekleyişi. Bir bulut, bir vapur düdüğü. Bir liseli kız. Bir ut bir tambur, bir keman. Ekmek kavgası, ekmek kaygısı. Hasılı şiir, hayatın özüdür, kendisidir.

Bir küçük istasyondur. Giden gemi, sallanan bir mendildir. Hayallerimizdir. Rüyalarımızdır. Gençliğimiz, yenilgilerimiz, hüsranlarımızdır. Şiir uzaya, gönüllere sığmayandır. Şiir zaman zaman gerçeğin kendisidir. Zaman - zaman bulutlar ülkesidir. Şiir bir tokat, bir yakarıştır. Şiir vuslattır, özlemdir. Hepsinin ötesi şiir yürektir yürek!

“Şiir nedir?” sorusunu bir yana bırakıp, özgün şiirin ne olabileceği irdeleyebiliriz. Kendine özgü bir dil ya da söyleminin varlığını, müzik ve sesle yakın ilişkisini, estetik bir etkileme gücünün olmasını araştırabiliriz.

Önce dilden söz edebiliriz:

Sönmez Atasoy “Şiir, insanın evren karşısındaki hayretini, hayranlığını, sevincini, acısını, insanlar arasındaki bir iletişim aracı olan dili kullanarak başka bir dil yaratıp, anlatmak ve söylemektir” diyor.

Şiir dili gündelik dilden birçok özelliğiyle ayrıldığı için dil merkezli her türlü yaklaşımın odağında yer almıştır. Ses ve anlamla ilgili düzeylerde konuşma dilinden ayrılır. Roman Jakobson'a göre “şiir dilin güzel duyusal işlevi”ndedir.

Şiir öyle bir musikidir ki onun çalgısı dildir. Ona ulusal çalgıyla çalınan bir ezgi diyebilirsiniz.

Daha sonra, duygu unsurunu ortaya koyabiliriz. “Kalbinde ve ruhunda şiirin lirizmini duymayan ve tanımayan bir kimse, içtenlikle sevemez; ya da gerçek anlamda âşık olamaz” diyor, Necdet Evliyagil.

Şiirin mayası “aşk”tır. Bu sevgilinin aşkı, vatanın aşkı, ana, baba, kardeş, memleket, doğa yani hemen her şeyin aşkı olabilir. Aşk olmadan pişen şiir mayasız hamurun ekmeği gibi kara, kuru, tatsız olur. Şiir bir musiki ise, aşk orada orkestra şefidir.  Yarın devam edeceğim.