Bir önceki yazımda, yeni dönemde içerisinde bulunduğumuz tehlikelere değinmiş, yazıyı şu paragrafla bitirmiştim:

"Bir diğer tehlike de, IŞİD ve El Nusra, El Kaide'nin Suriye'de köşeye sıkıştıkça Türkiye içindeki destekçilerini harekete geçirmesi ihtimali. Öyle azımsanacak sayıda sempatizan düzeyinde taraftarlardan söz etmiyoruz. Emniyetin Fırat Kalkanı operasyonu başladıktan bu yana birçok ilde gerçekleştirdiği operasyonlarla ele geçirilenler, sınırdışı edilenlerin dışında, birçok yerde "sinsi" bir şekilde kümelenmiş uyuyan "radikal selefi" gruplar olduğu sır değil artık. En büyük özellikleri tekfircilik olan ve kendilerine göre bir Müslüman tiplemesi çizen bu grupların, iç huzurumuza ciddi tehdit oluşturması ihtimaline karşı tek panzehirimiz var: İslâm'ın mutlak doğruları… Kendisini "Müslüman" olarak tanımlayan insanların, bu şer odakların girdabına kapılmaması için önce onların İslâm'la uzaktan yakından alâkasının olmadığını anlatma görevi önce din adamlarına ve "dindar" kimliğiyle varlığını kabul ettiren siyasetçilere, kanaat önderlerine düşüyor. Eğer onlar da, tekfircilerin şer odağı olduğuna inanıyorsa tabii…

* * *

Yeni yıla girdiğimiz ilk saatlerde gerçekleşen terör eylemi sonrasında "keşke haksız çıksaydım" dedim içimden. 39 kişi, çok iyi eğitilmiş soğukkanlı bir katil tarafından teker teker öldürülmüş, 69 kişi yaralanmış, yürekler yanmış, ocaklar sönmüş. Peki sonrası... Yine kendi kampından bakarak yaklaştı olaya milyonlar. İçerisindeki insanlığı öldürmüş, herkesi kendisi gibi olmaya mecbur etmeye çalışanlar utanç verici tavırlar sergiledi. "Elhamdülillah" diyen de oldu, bu terör eyleminden tüm Müslümanları sorumlu tutan da... İki yaklaşım da, ne kadar tehlikeli sularda olduğumuzu bir kez daha gösterdi. Hızla derinleştirilen fay hattındaki negatif enerji bir kez daha gösterdi kendisini. Artarak hem de...

Karşımızda, terörü "yeni nesil savaş" olarak kullanan bir organizasyon var. Bu organizasyon, terörü karşımıza değişik kılıklarda çıkarıyor ve "yandaş" bulmaya çalışıyor. Toplumun belli kesimlerinden psikolojik destek buldukça da, insan kaynağı artmaya devam ediyor. Yeni nesil savaşta, kendisiyle birlikte ne kadar çok insanı öldürürse, o kadar kutsallaştırılan bir terörist tiplemesi var karşımızda. Yani, terörist öldürmekle bitmiyor, zaten kendisini öldürüyor.

Terörün kılığı değişiyor, taşıdığı etiket, temsiline soyunduğu toplumsal katman değişiyor ama sonucu değişmiyor...

Tıpkı PKK'nın kanlı katliamlarında gördüğümüz gibi, DAEŞ veya "harici selefi" grupların katliamlarında da aynı hastalık çıkıyor karşımıza:

"Öldürülen bizden değil ama öldüren bize yakın..." En masum ifadeyi kullanmaya çalışıyorum. Ama maalesef böyle.

PKK'nın akıttığı kandan tüm Kürt halkını, DAEŞ, El Kaide, El Nusra veya bir başka isimle "yeni nesil savaşın" piyonu olanlardan da tüm Müslümanları sorumlu tutma gibi bir ucubelik var yine karşımızda. PKK'nın eylemine haklı gerekçe bulmaya çalışıp sevinen bazıları gibi, "radikal selefi" örgütlerin terörünü de kutsallaştırmaya çalışanlar da var. Öyle üç-beş değil. Milyonlar...

* * *

Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu gibi seküler kesimin önemli isimleri gizli servisler tarafından ortadan kaldırılırken "İslamcı terörist" tiplemesi maske olarak kullanılmıştı. O dönemde "Hayır, o kadar basit değil, oyun daha büyük" diyerek gizli servislere, kirli organizasyonlara ve kurulan tuzaklara dikkat çekmek için çırpınmıştık. Bugünün o günden farkı, gerçekten "İslamcı terörist" etiketinin karşılık bulduğu "iyi yetiştirilmiş" savaşçılar var karşımızda.

İslâmiyet "sevgi ve barış dini" olarak anlam bulsa da, kendisini İslâmiyetin tek otoritesi gören "din baronları" sevgisiz bir savaş diliyle zehirliyor yürekleri. "Ya bizim dediğimiz gibi bir Müslüman olacaksın, ya da katlin vaciptir" noktasında hükümler vermeye de devam ediyorlar. Ama direk, ama dolaylı yoldan ama ötekileştiriyorlar, tekfir ediyorlar, ayrıştırıyorlar, düşmanlaştırıyorlar.

Bu, PKK ve onun etrafında kümelenmiş kesimler ve onlara sempati duyanlar için de aynı.

* * *

ABD'nin, Afganistan savaşında Rusya'ya karşı Pakistan topraklarında kurduğu laboratuvarlarda ürettiği "İslâmcı terörist" virüsü, tüm İslâm dünyasını sardı. Ayetleri, hadisleri ve menkıbeleri çarpıtıp, öldürmeyi kutsallaştıran bir canavarlar organizasyonu var karşımızda. Hasan Sabbah'ın Alamut Kalesi'nde açtığı yol hâlâ açık. Önce bir sahte cennete inandır, o cenneti vaadederek cehennemi yaşat...

El Bab'da verdiğimiz, belki yarın başka coğrafyalarda da verdiğimiz savaşın içimize taşınması tehlikesi gittikçe artıyor. Bu tehlikeyi bertaraf etmek için ilk adımı "cennet vaadedip cehennem tohumları eken"lerin kutsallaştırıldığı iklime karşı net duruş sergilemektir.

Tekrar ediyorum, bu tarla uzun zaman önce sürüldü ve zehirli ayrık otları her yeri sardı.

Tehlike büyük ve bu ülkeyi, halkını "tasnif etmeden" sevenlerin işi gerçekten çok zor.