Türkiye, NATO üyesi olmak ve üyeliği sürdürmek için ağır bedeller ödedi. Daha NATO'ya girermeden önümüze konuldu ağır faturalar. 1949 yılında kurulan NATO'ya üye olmak için önce 1950 yılında Kore'ye asker gönderdik. Türkiye'nin hiç bilmediği, hiç bir ilişkisinin olmadığı bir ülkede 721 askerimiz şehit oldu, 175 kişi kayboldu, 234 kişi esir düştü. Kore'deki fedakarlık sayesinde NATO'ya kabul edildik ama "bedel" bitmedi. Türkiye'den Kars ve Ardahan'ı isteyen Stalin, Boğazlar'da üs kurmak istemiş, Türkiye bunun üzerine NATO'ya girmek istemişti. Ama İngiltere, Hollanda, Danimarka ve Belçika, Sovyetler Birliği korkusuyla üyeliğimize karşı çıkmıştı.

NATO'ya kabul edilmemizin ardından 1954 yılında 20 maddelik bir anlaşma yapıldı ve ABD'nin Türk topraklarında üs kurması, asker bulundurması kabul edildi. Hitler'e Normandiya çıkarmasında vurduğu ölümcül darbeyle Avrupa'ya ayak basan ABD askerleri, savaşa girmemiş Türkiye'ye böylelikle adım attı. 1966'da üslerin sayısı 112'ye ulaşmış, buraya Türkiye Cumhuriyeti'nin bakanları dahi izinsiz giremiyordu.

NATO'ya girerken, Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında, en zor, en fakir dönemimizde kurduğumuz uçak ve silah fabrikalarımızı kapatmak zorunda kaldık. "Biz size daha ucuza vereceğiz" diyerek savunma sanayimizi yok etmemiz istendi, kabul ettik...

Kısaca, bütün askeri darbelerde parmak izi bulunan NATO'ya üyelik için fedakârlık yapan taraf daima Türkiye oldu.

* * *

Kıbrıs'ta Türk katliamı yapılırken NATO'nun bir faydasını görmedik.

40 yıla yaklaşan PKK terörüyle mücadelede yaklaşık 40 bin can verdik, yüzlerce milyar dolar ekonomik kaybımız oldu, NATO'nun yine bir faydasını görmedik. "NATO'nun ikinci güçlü ordusu" olarak Afganistan'da terörle mücadele ediyoruz ama, bir tek üye ülke PKK'ya karşı savaşta bize destek vermiyor. Bırakın desteği, almak istediğimiz bir silahı "PKK'ya karşı kullanmama" şartı koyuyorlar önümüze.

PKK'nın silah gücünün, 1. Körfez Savaşı'nda "Çekiç Güç"ün desteğiyle sınıf atladığını, bunu gündeme getiren Eşref Bitlis'in uçağının düşürüldüğünü de unutmayalım. Saddam Hüseyin'e konulduğu söylenen "uçuş yasağı" yüzünden PKK kamplarını yıllarca bombalayamadığımızı da... PKK'yla mücadele çerçevesinde Kuzey Irak'ta bulunan "Özel Kuvvetler"e ait seçkin birliğimizin kafasına ABD askerlerinin çuval geçirdiğini de... Çuvalcı generalin, yıllar sonra pişkin pişkin şerefli Türk subayına "NATO'ya sıradışı hizmetleri nedeniyle" madalya takmasını da...

Şimdi gelelim, Rusya ile ilişkiler ve NATO üyeliğinin nasıl etkileneceği konusuna. Önce Rus uçağının düşürülmesi sırasında ABD'nin oynadığı rolü kabul edelim.

BOP'un stratejik güvenliğini almak için Malatya Kürecik'e bir radar üssü kurmuştu NATO hatırlar mısınız? Hani, milletvekillerimiz üssü görmek istemiş, ABD'ye yönlendirilmişlerdi de, muhatap olarak karşılarına bir çavuş çıkmıştı... Hiç bir Türk yetkili, o üste neler olup bittiğini hiç bir zaman öğrenememişti...

İşte o Kürecik Üssü, Hava Kuvvetleri'nin angajman kuralları çerçevesinde düşürdüğü Rus uçağının, sınır ihlali yaptığını ısrarla bildiren üs. Bakmayın o dönemin siyasilerinin "Yine olsa yine düşürürüz" dediğine. Açıkça ABD'nin tuzağına düştük o dönemde. "FETÖ'cü pilot düşürdü" deniliyor, doğrudur. Tetiğe basan pilot FETÖ'cü olabilir. Uçağın vurulması emrini veren komutan da...

ABD, o tetiğe basılacağını da biliyordu, bunun Rusya ile derin bir krize yol açacağını da...

* * *

Şimdi Türkiye, Rusya ile bozulan ilişkileri onarmak için adımlar attıkça hem ABD'den hem de Avrupa'daki NATO üyesi ülkelerden farklı sesler çıkıyor. Türkiye'den de bu seslerle ahenkli analizler yapanlar var.

Türkiye'nin gündemine NATO'dan ayrılmak elbette gelmemeli. ABD içerisindeki derin lobilerden bazıları, NATO'dan dışlanmış bir Türkiye'nin daha rahat bölüneceğini hesaplıyor ve bunu da hayata geçirmek için çalışıyor.

Türkiye, topraklarını canının istediği gibi kullanan NATO'yla "şahsiyetli ortaklık" üzerine ilişkilerini gözden geçirmelidir. Rusya yakınlaşması, Şangay beşlisi gibi alternatifler elbette konuşulmalıdır. Türkiye'yi BOP kıskacında tutmak ve parçalamak isteyen ABD'ye karşı tüm ekonomik ve stratejik alternatifleri tartışmalıyız. Bunu yaparken, 1 Mart tezkeresine Türkiye'de kamuoyu oluştursun diye ABD tarafından gönderilen 500 milyon dolardan pay alan ve Soros'un uzantılarının hiç bir sözüne itibar etmemeliyiz. İçimizdeki ABD'lileri ve NATO'cuları ayıklamadan, "yerli", "milli" ve "şahsiyetli" duruş sergilemek mümkün mü?