Bizim kuşağın İstanbul ayağında olanlar, "68 Kuşağı" olarak anılır. Daha genişletilmiş haliyle, "Muhtıralar Kuşağı" demek de mümkün. Yahya Akengin'in Aşka Verilmiş Muhtıra adlı son romanında, romanın kahramanları Selim, Halime, Esma, Bahadır, Seher, Yarbay Nevzat, Faruk, Âkile, Dündar Bey, Galip Bey, Namık Bey ve diğerlerinin otuz beş yıllık serüvenini geri dönüşümleriyle izlerken, ben de sayfalar arasında, mehter takımı gibi iki ileri bir geri anılar yumağını sarıp durdum.
Bazı filmlerin, romanların başında bir not düşülür "Burada geçen olay ve kişilerin gerçek hayat ve kişilerle bir ilgisi yoktur." Yahya Akengin, "Aşka Verilmiş Muhtıra"da böyle bir not düşmüyor. Düşmesi de mümkün değil. Çünkü Aşka Verilmiş Muhtıra, gerçeğin kendisi. Kaldı ki, kahramanların bir bölümü gerçek adlarıyla romanın içinde vücut bulmuş. 

Soğuk bir Ankara günü, Saygın Avukatlardan Bahadır Bey'in yanında iş bulan Genç Avukat Selim'in babası öğretmen Faruk, Halk Kurtuluş Ordusu'yla anayasal düzeni zorla değiştirmeyi hedefleyen örgütle ilişkisi ispiyonuyla içeridedir.  Annesi ve kız kardeşini Ankara'ya almıştır. Veresiye soba, veresiye odun almak peşindedir. Kız kardeşinin acilen bir mantoya gereksinimi vardır.  Ayakkabıları su almaktadır. Bir hoparlörden Hanende Nevin'in şarkısı yayılmaktadır: "Ağlayan çok gülen az!" Ki, Yahya Akengin'in ideleri arasında "hanende" motifi hep vardır. Genç avukat Selim'in sevgisinin adı Seher'dir. Ama, babası Yarbay Nevzat, "Bir vatan haininin oğlu'na kızımı vermem!" demektedir.  Olayların akışı içinde geri dönüşleri tetikleyen öylesine kültür bombardımanları vardır ki, bizim kuşağın neler okuduğunu, yapı taşlarımız içinde nelerin bulunduğunu anlamak mümkündür. 

Genç Avukat, Mai ve Siyah'ın ümitsiz aşk kahramanı Ahmet Cemil'iyle kendini özdeşleştirirken, Seher'e olan aşkının anlatımında Fuzuli'ye sığınır.  Ama Selim, Balzak'ın bir roman kahramanın  "Hazırım sana Paris" dediği gibi, "Hazırım sana Ankara" demek noktasına gelmiş, belki bunun gereği, akliselim (!) düşünüp, Avukat Bahadır'ın kızı Âkile ile evlenmiştir. 

Aşka Verilmiş Muhtıra'nın bölüm başlıklarını size verirsem, sanırım, kitabını içeriğini tanıtmak için uzun yazmama gerek kalmayacak: Ankara'ya Hazır Olmak, Farklı Dünyalara Doğru, Geç Gelen Mektup, Kuşatma, Sol Damdan Sağ Dama, Eylül Dönemeci, Şemsiye, İkibine Doğru... 

Eğitim Enstitüsü kökenli, soyunda Rus savaşlarında şehit düşmüş pek çok şehit olan Faruk Bey'in, komünist yaftasıyla zindanlarda geçen yıllarının arkasından, nereye geldiğini, sol damdan da, sağ damdan da nasiplenen dünün ezilmiş solcusu Selim'i, Başbakan Erdoğan'a sivil muhtıra yazdıran Ankara'yı fetih yolculuğunun aşamaları Aşka  Verilmiş Muhtıra'nı içeriğinde bulunuyor. 

Roman'da Selim Namık Bey'e diyor ki: "Mamak'ta iken bir şey söylemiştiniz hani... Bir gün bir yerlere gelirsem, vatansever solcularla ülkücülerin ortak paydaları için çalışacağım. Allah nasip etti bakan oldunuz. Söylediklerinizi uygulama alanına koyarken her iki tarafın da ..." Evet, bu Namık Bey kim? Elbette hayali bir kahraman değil. 

Seher hanım ünlü bir Tarih Profesörü olmuştur. Selim'in hazırladığı, Başbakan'a Mektup'unu okumaktadır: "Büyüklüğünü tarih'in tescil ettiği Türk milletinin Başbakanı olarak siz de kabul edersiniz elbet, devlet nazik bir kumaşa, millet de bir kadim tarlaya benzer. Birincisinde güveylerin yer tutmasına, diğerinde ayrık otlarının yatışmasına izin verilemez... ... Sayın Başbakanım, bu cümleden olarak size sorumluluğunuzun da bir şartı olan Türk Milliyetçiliğine dâvetimi arz eder, saygılar sunarım..." 

Bir zamanların iki sevgilisi yıllar sonra karşılaşıp ayrılırken,  bir şarkı çağrışır: "İkimizin de saçları ak, öyle durup bakışacağız."  12 Mart 1971'in karlı fırtınalı yollarına doğru bir geri dönüşün sinema şeridi sarmaya başlamıştır. Seher'in son ve geciken solmuş mektubu hâlâ Selim'in cebindedir. 

Aşka Verilmiş Muhtıra'da pek çok hayat dersi var. Selim, Âkile hanımla yaşadığı kişilik mücadelesinden ve sıkıntılarında dert yanar. Selahattin Bey annesinin öğüdünü hatırlar: " Kadınlar haklı olmanın değil, kendilerine hak verilmesinin derdindedirler." Selim Âkile ile düştüğü çıkmazlar karşısında "Seher olsa böyle mi olurdu?" düşüncesindedir. Selâhattin Bey şöyle söyler: "Ömrün boyunca bütün artıların ilk aşkında olduğunu, bütün eksilerin de karında olduğunu düşüneceksin." 

Kimin hayatında bu böyle değildir?