Ulu önder Mustafa Kemal, 30 Ağustos zaferinden önce, Birinci Meclis'te şu iki dize okumuştu: " Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hattâ / Çekmez kürenin sırtı o tâbût-ı cesîmi.!" 

Bu şiir Mithat Cemal Kuntay'ındı.  Anadolu'nun en ücra yerine yolunuz bir kahvehaneye düştüğünde büyük bir ihtimalle, duvarında bir çerçeve, çerçeve içinde bir Türk Bayrağı  ve bu bayrağın altında iki dizeye rastlarsınız: 

"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, 
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır...''

Bu dizelerin altında, kime ait olduğunu belirten bir ibareye rastlamazsınız. Artık o millete mal olmuştur. Ama bazılarında Mithat Cemal Kuntay imzasını görürünsünüz. 
Günümüzün çoğu aydınları dahi, Cemal Kutay ile Mithat Cemal Kuntay'ı karıştırırlar. Mithat Cemal, 1885 yılında İstanbul'da doğdu. İlk ve orta öğretimini Aksaray'da Mekteb-i Osmanî'de yaptı. Bir süre Sen Jozef okulunda okudu. Vefa Lisesi'ni bitirdi. Daha sonra Hukuk Fakültesi'ne girdi. (Mekteb-ı Hukuk) 1908'de doktora sınavı verdi.  O zamanki adıyla, Adliye Nezareti Hususi Kalemine katip olarak çalışmaya başladı. Müdürlük makamına kadar yükseldi.  Birinci Hukuk mahkemesi üyeliğine seçildi.  Daha sonra Beyoğlu Dördüncü Noteri oldu. Bu görevdeyken 1956 yılının 30 Mart'ında  öldü. Karacaahmet Mezarlığı'na gömüldü. 

Mithat Cemal Kuntay, "Kahramanlık, yurtseverlik, tarihe bağlılık" gibi duyguları dile getiren şiirleriyle tanındı. İkinci Meşrutiyet'in ilânından sonra (1908) yayımlanan eserleriyle dikkati çekmişti. Mehmet Akif'le birlikte kaleme aldığı "Acem Şahına" şiiri ile ününü artırmıştı. Cumhuriyetin ilânından sonra, bir ara 1927 yılında itibaren, Güneş dergisinde yazdı. Son şiirleri Çınaraltı dergisinde çıkmıştı. Özellikle Son Posta gazetesinde fıkra ve makaleler yayınlanmaktaydı. 
Tek şiir kitabı, "Türkün Şehnamesi" adıyla 1945'de yayınlanmıştı. İçerisinde seksen bir şiiri bulunuyordu. Bu kitap ikinci kez, elli iki şiir seçilerek, Prof. Dr. Faruk Kadri Timurtaş'ın bir tanıtma yazısı ve bibliyografyasıyla  1971 yılında tekrar basıldı.

Mithat Cemal Kuntay'ın bir asra yakın bir zaman önce belirttiği gerçek ne yazık ki, günümüzde de geçerli. Şu dizeleri bugün yazılmış bir gerçek olarak okuyabiliriz: 

"Gökler çıkabildin, uçabildinse derindir; 
Tarihini, kendin yazıyorsan, eserindir.
Yoksun kuru topraktan ibaret vatanınla, 
Tarihini yazmıyorsan eğer sen de kanınla! 
Varsın alemde: Sesin varsa, gururun varsa;
Varsın; insanlar adından bile korkarlarsa!
Asrın yaşamak hakkını vermez sana kimse;
Sen asrını, üstünde izin varsa benimse."

Mithat Cemal Kuntay'ın kültür hayatımıza kazandırdıklarından birisi Mehmet Akif Ersoy'a ilişkin çalışmasıydı.  Mehmet Akif'in en yakın dostları arasında Mithat Cemal Kuntay vardı.  Kuntay'ın yalın üslubuyla, farklı bir hayatın ayrıntılarını edebi bir zevk içinde okurken; kimi zaman bir biyografi, kimi zaman bir anılar yumağı, kimi zaman da bir kritik kitabı okumanın tadını bir arada yaşamaktayız. 

Türk romanının yüz aklarından birisi hiç kuşku yok ki "Üç İstanbul"dur. Sanırım 1984 yılında dizi olarak televizyonda yayınlanmıştı. Yirmi iki yıl önce ekranın karşısından adeta bizi çivileyen bir diziydi. Türk romanında olduğu kadar, bu güne kadar çekilmiş diziler arasında da bir yüz akıydı. Onlarca tarihi gerçek olaylar ve gerçek kişilik  ustaca romana yerleştirilmiş, onlarca roman kahramanının ruh tahlili tüm gerçekliği ve büyük bir ustalıkla yapılmıştı. Abdülhamit istibdadına karşı, özgürlük dağıtmak için baş kaldıran yönetimde olduğu ama Abdülhamit'e rahmet okutturan 'Meşrutiyet İstanbul'unu anlatıyor. Batan bir imparatorluğun bütün sefaletini, ülkeyi işgal edenlere yaltaklanmada birinci olanların işgal İstanbul'unu gözler önüne seriyor... Bu maddi ve manevi ortam içinde yazar Adnan Bey. İşte "Üç İstanbul"un özü bu. Mithat Cemal bu romanında, yarı sömürge durumuna gelmiş imparatorluğun başkentindeki kokuşmuşluğu, haksız kazançları, konak, köşk ve yalılardaki hayatın iç yüzünü, yozlaşmış insan ilişkilerini, gizlemeye gerek görmediği bir öfke ve tiksintiyle sergiledi. Ele aldığı dönemlerin toplumsal gerçekliğini başarıyla yansıttı.

Mithat Cemal, "gündüz saraydan para alıp gece saraya küfreden aydınlardan" söz ediyordu.  "Saray" o dönemin devletinin simgesiydi. Gece Saray'a küfredenler, jurnalcilik, yalakalık yaparak,  gündüz Devletten para alıyorlar, geceleri ise ya istihbarat toplamak için rolleri gereği ya da goygoyculuklarından ötürü girdikleri aydın çevrelerinde 'Saray'a küfrediyorlardı. Onların bu davranışlarına yakıştırılacak niteleme, alçaklıktı. Peki ya bugünkülerle karşılaştırılınca...  Parayı bizim devletimizden yani sonuçta bizden alıp,  bize söven, ispiyonculuğu da başka devletler ve milletler hesabına yapanlara ne demeli? 

Üç İstanbul, bugün de, yarın da gerekli paylar çıkarılmak için okunmalı, bu dizi, her kuşağın izlemesi için hiç olmazsa her yirmi yılda gösterime girmeli veya yeniden çekilmeli. 

Roman 1983 yılında TRT için dizi haline getirilmişti. Senaryosunu Bülent Oran'ın yazdığı dizinin yönetmenliğini Feyzi Tuna yapmıştı. Oyuncular arasında; Burçin Oraloğlu (Adnan), Ayda Aksel (Belkıs), Nilgün Akçaoğlu (Süheyla), Celile Toyon (Macide), Gülsen Tuncer  (Zehra), Feride Karaca (Flareti), Savaş Dinçel (Moiz), Engin Yörükoğlu (Tevfik Hoca), Yalçın Boratap (Hidayet) bulunuyordu.