Yeni yılın bu ilk gününde can sıkıcı konularla ilgilenmek istemeyebilir, ciddi bir yazıya burun kıvırabilirsiniz. Takvim yaprakları değişse de, içinde bulunduğumuz gerçekler maalesef değişmiyor.

Birileri, havai fişeklerle, neşe ve keyif içerisinde yeni bir yıla girerken, birileri de eski yılın kasvet ve kaosunu tüm iliklerinde hissederek yaşamaya devam etti. Sokaklarda başını sokacak bir kovuk bulamayanlar veya sofrasında bırakın hindiyi, sıcak bir çorba bulamayanlar da bunlara dahil. Aylardır silah seslerinin altında ölüm korkusuyla evlerinde kıstırılmış yüz binlerce vatandaşın duvarındaki takvim bile değişmedi bu yılbaşında.

PKK'nın kazdığı hendeklerin, bombalarla tuzakladığı barikatların ardında kalan ve yasak olmasa bile havada uçuşan serseri mermiler yüzünden sokağa çıkamayan "esir" halktan bahsediyoruz. Terör, ülkemizin bir bölgesinde yıllardır esir aldığı insanlara "hücre" cezası verdi adeta. Bebekler ölüyor, bebekler babasız, annesiz kalıyor. Ama birileri hâlâ "Bunları biz halk için yapıyoruz" diyerek yönetim modelleri dayatması yapıyor ülkeye ve halka...

* * *

İllegal örgütler, başarılarını halk üzerinde bıraktıkları etkiyle ölçerler. Sokaktaki vatandaşın günlük yaşamının akışını korku ve endişelerle değiştirmeyi başardıklarında, gündeme kendilerini kaydettirmiş ve amaçlarına ulaşmış oluyorlar. Terör örgütlerinin bir eylemde kaç kişiyi öldürdüğü veya nerelere zarar verdiği değil, kendilerini kaç kişinin konuştuğudur başarı kriteri. "Ses getirdik" diyebildikleri zaman, eylemleri amacına ulaşmış olur. PKK da, sadece silahlarıyla değil, kalemleriyle "ses getirme" ve "gündemde kalma" mücadelesi veriyor 30 yıldır. Zaman zaman da bunu başarıyor.

PKK'nın gündemden düştüğü yıllar, 2010 yılından bu yana kıvamı artarak devam eden "çözüm süreci" dönemleridir. Siyasete şans tanındığı ve devletin "Bu işi çözelim, oturup konuşalım" dediği yıllarda etkinliğini kaybetmişti örgüt. Yıllarca gerek güvenlik güçlerinin, gerekse teröristlerin mevziler alarak, tam siper sürünerek dolaştığı yaylalarda halkın piknik yapar hale gelmesi en başta "kanlı diplomasi" için beslenen örgütü rahatsız etmişti. Elinde silah olanların halk üzerinde etkisizleşmesi, teröre silah ve lojistik destek vererek Türkiye üzerine yaptıkları kirli planları hayata geçirmek isteyenleri de pek mutlu etmemişti.

* * *

Siyasete şans tanındığı, bir diğer deyişle "düz ovada siyaset"in yolunun sonuna kadar açıldığı dönemde yıldızı parlayan siyasi figürler, medyanın desteğiyle "duble yola" kavuştu adeta. Eli kanlı terör örgütünü "çiçek çocuk" göstermeye çalışarak, televizyonlar aracılığıyla her akşam evimize misafir olarak dertlerini anlatmaya çalıştılar. "Halkla ilişkiler" ve "pazarlama" taktikleri de devreye girince, çok hümanist, demokrat ve sevecen tipler olarak gösterildiler. Topladıkları sempati, Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 9.5'a, genel seçimlerde de yüzde 13'e kadar yükseldi. Teröriste "gerilla" demeyecek, terörü hayatlarının hiç bir döneminde "meşru" göremeyecek insanlar ile kucaklarını açtı "düz ovada siyaset" şansı tanınan figürlere. Öyle günler oldu ki, PKK'nın uzantısı yayın organlarında bulduklarından daha fazla ve sık yer bulur oldular medyada.

* * *

Ne zaman hendekler kazıldı, barikatlar yükseldi, çarşı içerisinde eşi ve çocuğuyla yürüyen veya evinde uyuyan güvenlik güçlerinin kafasına kurşunlar sıkılmaya başladı, bu tiplerin makyajları döküldü. Seçimler öncesinde "demokratçılık" oynayan çiçek çocukların ön dişleri uzadı, drakula olarak karşımıza çıktı ve kan üzerinden rant devşirmeye başladılar. Ağızlarını her açışlarında etrafa öfke, kan, zulüm ve terör saçıldı.

Devletin ve siyasi iradenin yıllarca "sorunu çözerek terörün sebeplerini ortadan kaldırmak" için devam ettirdiği süreci, birilerinin "özerklik projesi" olarak algıladığı net bir şekilde ortaya çıktı. Bir güruh tarafından devletin varlığına bile tahammül edilemeyen bölgede, devletin aygıtının da yanlış işlemesi sebebiyle cephaneliğe çevrilmiş evler, bugün direniş kaleleri olarak tankların hedefi haline geldi. "Biz siyasetle çözme iradesine sahibiz" diyerek dağdaki mağaralara "durun, ne yapıyorsunuz" diyemeyenler de, her ölümden, atılan her kurşundan devleti sorumlu tutarak maskesiz yüzlerini gösterdi.

İşte burada bir "kandırıldık" edebiyatı başladı medyanın cilalı isimlerinde... "Biz onları yanlış tanımışız" diyerek özeleştiri yapmaya başladılar halka karşı. Daha önce kendilerine "katranı kaynatsak olur mu şeker" diyenleri yerden yere vuranlar, şimdi "ziftmiş bu zift" diyerek günah çıkarıyorlar. "Kandırılmak" makul bir bahane oldu çünkü.

ABD, İngiltere ve diğer batı ülkelerinin yeni bir Barzani zaferi yazmak için desteklediği PKK'dan, Rusya da yüz yıl önceki Bulgaristan'da "Dimitri komitaları"nın başardığını başarmasını bekliyor. Bakmayın siz birilerinin sürekli olarak "kandırıldım" dediğine, asıl kandırılan ve aldatılan biziz. Yani bu halk. Nasıl mı? Gerçekleri gizlemek yetmiyor mu? Daha ne olsun?..