Ruhsatî deniz seviyesinden 1750 metre yükseklikte olan Kangal'ın Deliktaş köyünde çok zor bir kış geçirmiş. Yaz günlerine kavuşmanın sevincini yansıttığı destanından birkaç dörtlük alıyorum:

"Şöyle barhaneye çeksin göçünü
Şükür Yaradan'a belli yaz geldi
Uzun kısa gücük mücük defoldu
Cennet'in misali allı yaz geldi

Karakışın eksik olmaz dumanı
Zemheri de hiç vermiyor amanı
Yine mart ayının vardır imanı
Gözyaşı dökerek selli yaz geldi

Misafir alıyor dağların başı,
Şükür gitti evden kışın telaşı
Yaz çiçeği çiğdem gösterir başı
Usul boylu ince belli yaz geldi

Ruhsatî, bir başka şiirinde yazın geldiğini sevgilisine müjdeliyor. Çünkü baharın gelişi başka duyguları uyandırmaktadır:

" / Daha gözleyim mi ey mavi donlu / İşte görüyorsun sunam yaz geldi / Kalmadı eridi dağların karı / Nice bir ah ile yanam yaz geldi // Kaba yel değdi de söküldü seller / Bülbül dile geldi açıldı güller / Herkes sevdiğine nâmeler yollar / Ben de Kerem gibi yanam yaz geldi..."

Kara kış, karlı dağlar, halk hikâyelerimizde de yer alır. Ruhsatî'nin "Kerem gibi yanam" sözü bana Kerem'in Laleli dağında tipiye tutulmasını hatırlattı:

Kerem'le Sofu, Laleli dağında bir tipiye tutulurlar. Öyle bir tipidir ki,  göz gözü görmez. Rüzgârın uğultusu kulakları sağır eder. Savurduğu karlar insanın yüzüne kırbaç gibi çarpar. Yol gösterecek ne in ne cin vardır. Tipi değil sanki Nuh'un tufanıdır. Atları  Al rüzgâr la, ak yağmur yıkılıp kaır. Damarlarındaki kan donmuş, cansız bedenlerinin üzerinden karlar savrulmuştur.  Güç belâ bir mağara bularak içine sığınırlar. Bir gün, iki gün, üç gün.. Tipinin duru durağı yoktur. Kerem de, Sofu da atlarının ölümüne çok üzülürler: Kerem atlarına ağıt düzmektedir:

".....Söylemeye  ederim ar,
Dayanılmaz bir çilem var.
Bu mağrada Kerem naçar
Al rüzgâr ile ak yağmur."

Tipi dinmek bilmez. Bir süre sonra atlarının ölümünü unutur, kendi canları korkusuna ve kara karamsarlığa düşerler. Bir yere gitmeleri, dışarıya adım atmaları imkânsızdır. Kerem, Aslı'yı düşünür; "Demek ki gülümüz, artık ahrette açacak. Kavuşmamız mahşere kaldı." diye inler.  Alır sazı eline söylemeye başlar:

"Laleli dağında yolum azdırdım,
Çağırırım kadir Mevlâ aman hey!
Bir yanımda yağmur yağar kar serper,
Bir yanımda yüce dağlar duman hey!.

Eğilir, dağların başı eğilir,
Derdim artar yaralarım yeniler
Gözüm görmez kulaklarım çınılar
Kadir Mevla benim halim yaman hey!.... "

Kerem'in sözü bitirir ki, kar yerine sanki kor yağar. Kayalar buram buram terlemeye başlar. Bir derviş peyda olur.

Kervan Kıran türküsünün hikâyesini bilirsiniz. Kayseri-Sivas arasında Lelali Beli'nde erken doğan yıldız, kervanın yola çıkmasına sebep olur. Tipiye yakalanan kervan donar. Bahar gelince eriyen karların altından cesetleri çıkar.

Gurbet ve sıla duyguları halk şairlerimizin ana temasıdır. Turnalar gurbetten sılaya, sıladan gurbete haber götürüler. Yol vermez karlı dağlar ise aradaki engeldir. Onun için özleminin kefaretini karlı dağlar üzerine yığmamış halk şairi yok gibidir. "Şu karşıki karlı dağlar" motifiyle başlayan manileri, koşmaları alt alta koysanız bir kitap oluşturur:

"Şu karşıki karlı dağlar / Başı dumanlı dumanlı / İkilikte yar sevenin / Göynü gümanlı gümanlı..", "Şu karşıki karlı dağlar / Pare pare duman şimdi / Sevişmesi bir hoş ama / Ayrılması yaman şimdi..", "Karlı dağlar kara bulut içinde / Yaylası hüzünlü yöresi bir hoş.." , "Kar yağar bembeyaz / Geceler pek ayaz / Ben seni alacağım / Gelse bahar yaz" , "Kar yağar kürek ister / Meyveler direk ister / Yarim hamamdan çıkmış / Öpmeye yürek ister..."