İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde bütçe görüşmeleri hararetli geçiyor. Belediye İktisadi Teşekkülleri (BİT) bütçelerinde daha fazla tartışma yaşanıyor. İETT'nin 2019 bütçesi de bu tür tartışmalara konu oldu. CHP'li Meclis Üyeleri'nin Mevlüt Uysal'ı eleştirirken Kadir Topbaş'a "seçilmiş başkan" sıfatıyla sahip çıkması hoş bir çelişki oluşturdu. Ama İstanbul'un meclisinde asıl konuşulması gerekenler konuşulmadı. İETT'nin gelecek yıl bütçesi de 2 milyar 500 milyon lira olarak kararlaştırıldı.

Hangi partiden olduğu fark etmez, öncelikle tüm meclis üyelerinin İETT'ye bakış açısını değiştirmesi gerekiyor. Çünkü, İETT "özelleştirme tutkusu" nedeniyle zor dönemler yaşıyor. Geçmiş yıllarda "özel halk otobüsleri" ile taşımacılıkta "dış destek" alıyordu İETT. Kurumun yönlendirdiği hatlarda taşımacılık yapan mavi otobüslerin yerine sonraları "blok satış" yöntemiyle "erguvan otobüsler" geldi. Belli hatlar tamamen özel taşımacılığa devredildi.

İETT, kendi araçlarında da "taşeron şoför" uygulamasına geçti yıllar önce. Bir dönem KİPTAŞ'tan şoför kiralandı. Birkaç yıl önce KİPTAŞ'ın yerini İSTAÇ aldı. İETT'nin ihtiyacı olan şoförleri yine İBB'nin iştirakleri olan bu kuruluşlar sözleşmeli olarak işe alıyor, İETT sadece günlük görevlendirme ve denetim işini yürütüyor. Yaklaşık 2 bin 300 lira maaş alan bir sürücü, kuruma iki katından daha fazlaya maloluyor. İETT'nin şoförlere karşı hiç bir sorumluluğu da yok. Bu yılın ortasında farklı bir uygulamaya geçti İETT.

* * *

Garajlarını birer birer özel şirketlere devretmeye başladı kurum. Mesela şu anda Ayazağa Garajı ile orada bulunan İETT otobüsleri bir özel şirket tarafından işletiliyor. Sürücüleri de o şirket temin ediyor. İETT'nin garajı ilk devrettiği firma, yüzde 80'i aşan kaza oranıyla işi yüzüne gözüne bulaştırınca kurum bir başka firmayı devreye soktu. Çoğu yeni alınmış otobüslerde oluşan hasarların yolaçtığı devasa maliyet, kurumla o şirket arasında çözüm bekleyen bir probleme dönüştü. Kazalarda yaralanan şoförlere ne İETT sahip çıkıyor, ne de sözleşmesi feshedilen o şirket. Ayazağa Garajı'nın ihalesiz devredildiği, "deneme süreci" adı altında böyle bir uygulamaya gidildiği iddiası da var. Ama kurum bu konuda ketum davranıyor. Garajı alıp başka bir şirkete hangi şartlarda verdiğini de bilen yok. Hatta sorgulayan da yok. İETT, tamamen "başına buyruk" bir kurum gibi hareket ediyor. 

Aksayan seferler yolcuya, gecikmeler de şoföre maledilerek işin içinden sıyrılmaya kalkıyor İETT'yi yönetenler. Kurumun demirbaş stoğunda bulunan 10 yaşından büyük otobüsler, garajda 1 yılı aşkın süre yatırıldıktan sonra tekrar sefere konuldu ve ardı ardına arızalar yaşanıyor. Şoför arıza bildiriminde bulununca "resetle devam et" talimatı veriliyor. Tamamı elektronik kumandalı olan araçların gerekli teknik bakımı yapılmayınca oluşturduğu risk artarak devam ediyor. İETT otobüslerinin karıştığı kazaların artışı, bu ihmali net bir şekilde gözler önüne seriyor.
İETT, kadrolu şoförlerini kurumdan uzaklaştırmak için de elinden geleni yapıyor. Eleman sıkıntısı nedeniyle uzun süredir yıllık izin kullanamayan, haftalık izin günlerinde "ihtiyaç var" denilerek göreve çağrılan şoförler, en ufak bir aksaklıkta "yevmiye kesme" ya da "performans düşürme" gibi cezalara çarptırılıyor. Dertlerini anlatabilecekleri, haklarını arayabilecekleri bir mekanizmaya da sahip değiller. Tüm yönlendirmeyi "filo komuta merkezi" yapıyor, ama doğan aksaklıkların faturasını vatandaş şoföre çıkarıyor. 
İstanbul'da toplu taşımacılığın büyük bölümünü özelleştirmesi halinde İETT'nin, en fazla zarar eden İBB kuruluşu olması da dikkat çekiyor. Tüm kâr eden hatlar "özel"e tahsis edildiği için zarar gittikçe büyüyor. Kaynağı izaha muhtaç bir zarar... 
İETT'nin hızla özelleştirilmesi değil, baştan sona ıslah edilmesi ve İBB'nin tüm birimleriyle birlikte şehrin toplu ulaşım yollarındaki sorunları çözerek kurumu zarardan, yolcuları da yağmur-güneş altında uzun süre otobüs beklemekten kurtarması mümkün. Ama "gaye üzüm yemek" olursa tabii...

* * *

İstanbul Deniz Otobüsleri'nin Adalar dahil iç hat seferlerini durduracağını açıklaması, "özelleştirme tutkusunu" bir kez daha masaya yatırmaya yetiyor. Vatandaş, gemilerin satışa çıkarılmasını da eleştirerek İDO'ya öfke kustu. Ancak dün İDO'yu satın alan ortaklar bir açıklama yaparak çarpıcı gerçeği ortaya koydu. Daha doğrusu İBB'nin "ben yaptım oldu" hastalığını net bir şekilde ortaya koydu İDO.

Ayrıntıları gazetemizin sayfalarında okuyacaksınız. Ama özetle şöyle diyor İDO:

"İBB özelleştirme sözleşmesinden kaynaklanan yükümlülüğünü yerine getirmedi. Bursa ve Eskişehir'den İstanbul'a deniz taşımacılığı yapan şirketlere bedava iskele vererek haksız rekabete yolaçıp, bizi zarara sürükledi."
"Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Orhangazi Köprüsü'nün taahhüt edilen araç sayısına ulaşmamasının faturası İDO'ya çıkarıldı ve sınırlamalar getirildi. Devlet bizimle haksız rekabete girişti."
Kısaca "toplu taşıma" bir kamu hizmetidir ve kâr amacı güdüldüğünde bu hizmetin aksaması kaçınılmaz oluyor. İBB'yi yönetmeye aday olanlara duyurulur...