Haftasonu oynanan Medipol Başakşehir – Trabzonspor maçında, evsahibi tribünde oturan iki küçük Trabzonspor taraftarının taciz edilerek üzerlerindeki formaların zorla çıkarıldığını basında okumuşsunuzdur. Başakşehir kulübü, kendi futbolcuları gazetecileri dövdüğünde olduğu gibi, bir kez daha tribünlere oynayarak konuyu temizce kapatma yoluna gitti; yakın zamanda bu olay unutulacaktır. Aynı şey iki yıl önce, Kayserispor-Fenerbahçe maçında Fenerbahçeli küçük Berkay’a, çok daha vahşi bir şekilde de yapılmıştı. Kayserispor amigosu denen adamın tahrikleriyle tüm tribün zavallı çocuk ve babasının üzerine yürümüş ve stadyumdan atmaya çalışmıştı. 

İnanın bunları görünce bırakın sporseverliğimi, insanlığımdan utanıyorum. İnsanlar birbirine nasıl bu kadar tahammülsüz olabilir? Hele bir de karşılarındaki 3-5 yaşındaki çocuklarken nasıl bu kadar gözleri dönmüş fanatikler haline gelebilir? Ben her zaman söylüyorum; hayatta en önemli şeyler ailedir, evlattır, ana babadır kardeştir, dostlardır. Sonra vatanınızdır, kişisel değerlerinizdir; işiniz gücünüzdür. Bir kulüp, bir takım sizin hayatınızın bir parçasıdır; ama sadece bir parçasıdır. O olguya böyle delirmişçesine bağlanmak, onu böyle fanatikçe savunmak ancak psikolojik bir rahatsızlık olarak açıklanabilir. Her kim ki takımını bu şekilde tutuyor, hayatını sürekli takımı üzerinden yaşıyor ve yaşatıyorsa, bunu ciddi bir travma olarak görüyorum.

Pazar günü bu olayı duydum; gerçekten çok üzüldüm ve çok da kızdım. Bu duygular içinde, aynı  akşam Slovenya-Sırbistan Avrupa Basketbol Şampiyonası finalini izlemeye başladım. Benim basketboldan aldığım hazzın çok ayrı oldugunu beni tanıyanlar çok iyi bilir. Bu turnuvada Slovenya’nın oynadığı basketboldan çok özel bir keyif aldım ve Letonya ile oynadıkları çeyrek final maçından sonra kupayı kaldıracaklarını söylemiştim. Hatta İspanya ile oynadıkları yarı final maçı öncesinde İddaa’nın İspanya’yı mutlaka favori olarak göstermesinin ne kadar anlamsız olduğunu, Slovenya’nın oynadığı basketbolla İspanya’yı çok rahat geçeceğini söylediğimde, bana inanan bir kişi çıkmadı ama Slovenya İspanya’yı tam 20 sayı farkla geçerek finale çıktı. Pazar akşamı da çok sevdiğim, eski Fenerbahçeli Bogdanoviç’in Sırbistan’ını yenerek çok haklı bir şampiyonluğa ulaştılar; tarihlerinde ilk kez şampiyon oldular. Muhteşem bir final maçıydı; herkes büyük keyif aldı. Bu arada final maçının üç hakeminden biri olan, çocukluk arkadaşım, uzun zamandır İtalya’da İtalyan vatandaşı olarak yaşayan Tolga Şahin’in otoriter ve başarılı yönetimini de tebrik etmek isterim. Tolga’yı böyle başarılı gördükçe çok mutlu oluyorum.

Maçı izlerken tüm insanların bir arada, iç içe kendi takımlarını nasıl gönülden desteklediklerini görünce de mutlu oldum. Sadece spor için, birbirine zarar vermeyi düşünmeden; birbirini düşman olarak görmeden… Biz aynı duyguları Mayıs ayında Final Four finallerinde de yaşadık. Fenerbahçe, Olympiakos, CSKA Moskova ve Real Madrid taraftarları tribünde hep beraber oturduk; maçları hep beraber izledik. Aralarda aynı yerde yedik, içtik; şakalaştık. Maçlarda pozisyonları hep beraber yorumladık; güldük eğlendik. Kazananı alkışladık; kaybedeni teselli ettik; Fenerbahçe kupayı kaldırdığında tebrikleri kabul ettik. Maçlarda kimse birbirinin formasına tahammülsüzlük göstermedi; kimse maçların en sıcak anlarında kendi attığı sayıya sevinen rakip taraftarı taciz etmedi.    

İşte sporun güzelliği budur. Herkesin takımı kendine göre dünyanın en büyük takımıdır. Eger bu empatiyi kurabiliyorsanız, inanın siz de dünyanın en büyük taraftarısınız. Hayatınızı sadece takımınıza adayarak, varolmanızın merceğine tuttuğunuz takımı oturtarak, çocuğunuza çocukluğunu yaşatmayıp sürekli takımınızla zehirleyerek büyüterek, maçlara gidip fanatikçe, canavarca davranışlarda bulunarak değil; ama eger sportif sevgi, saygı, hoşgörü içindeyseniz en büyük sizsiniz. Eger “en büyük sadece benim takımım, en büyük taraftar sadece biziz” saçmalıklarını aşmışsanız, en büyük taraftar yine sizsiniz. Ben sporu artık, ister Fenerbahçeli ister başka takımlı olsun, ama böyle büyük taraftar olan insanlarla paylaşıyorum; diğerleriyle sportif paylaşımımı sınırlıyorum. Çünkü gerçek spor ancak bizim gibi taraftarları hakediyor; tribünde çocuklara bile tahammülü olmayan fanatikleri değil… 

Not: Sloven Goran Dragiç son yıllarda seyrettiğim en iyi Avrupalı basketbolcu; yıllar önce kardeşi Zoran’la oynarken de çok iyiydi; ama bu turnuva gerçekten büyüleyici bir performans sergiledi. Bogdanoviç’ten çok çok daha iyi; umarım Bogdan da NBA’de onun kadar gelişir.