Yazdığı kitapları, makaleleri, konferanslardaki konuşmaları ve nüktedan kimliği ile edebiyatımızın renkli simalarından biri olan gazeteci, kültür araştırmacısı ve yazar Mehmet Nuri Yardım ile Türk dünyası ve İslam dünyası edebiyatını ve insan hayatındaki önemini konuştuk.

Türk Edebiyatının, yazarların, şairlerin tanıtılması, sevdirilmesi adına uzun yıllardır, yazdığı kitapları, makaleleri, konferanslarda yaptığı konuşmaları ile tanıdığımız Gazeteci, Kültür Araştırmacısı, Yazar Mehmet Nuri Yardım, bu haftaki konuğumuz. Gayretli, mücadeleci, nüktedan kimliği ile edebiyatımızın renkli simalarından olan Mehmet Nuri Yardım, aynı zamanda, edebiyatımızı dijital ortama taşıyan ve daima canlı ve diri halde tutan kimliği ile de tanınıyor. Yardım ile dünden bugüne Dünya Edebiyatı, Türk Edebiyatı, Türk Dünyası ve İslam Dünyası edebiyatı ile insan ve millet hayatındaki yazının, romanın, şiirin önemi hakkında konuştuk.

Edebiyat ve kültür araştırmacısı, yazar ve gazeteci olarak, size göre edebiyat nedir?

Edebiyat için, bu güne kadar bizde ve batıda yüzlerce tarif yapılmıştır. Güzel söz söyleme sanatı, duygu ve düşünceleri güzel cümleler ile ifade edilmesi gibi... Benim için ize naçizane kanaatimce ise edebiyat, öncelikle bir metnin edeb ile teçhiz edilmesidir. Edebiyata aykırı olunca, edebiyata muhalif olunca, o edebiyattan da pek edeb çıkmıyor, o edebden de pek edebiyat doğmuyor. Bu bakımdan, kelime kökeni olarak da öyledir, ben edebiyatı ve edebi özdeştiriyorum. Edebiyat öncelikle edeptir. Yazarların ve şairlerin öncelikle ve özellikle, fert ve toplumlara karşı mesuliyetleri vardır, yazılarında ve şiirlerinde, her zaman edeb ve ahlaka riayet etmek mecburiyetindedirler. Esasında Dünya edebiyatı, Batı edebiyatı, Doğu edebiyatı ve bizim edebiyatımızı, göz önüne getirelim. Bütün bu edebiyatlarda, iyilik temaları ağır basıyor. İyilikleri ve iyileri öne çıkarmak, iyiler başarılı olur, iyiler muzaffer olur, iyiler kazanır, iyilik yapanlar mükafat görür, kötüler cezalandırılır. Bu da demektir ki, dünya edebiyatında umumi olarak klasikleşmiş olan yazar ve şairlerin, eserlerinde insanlara ve olaylara, iyilik penceresinden baktığı ve gözlemlenildildiğini bize anlatıyor. Yani bu bakış açısı Tolstoy'da da böyledir, Dostoyevski'de de böyledir, Balzak'da da böyledir. Ama nedir, onlarda dinleri Hristiyanlık olduğu için, çocuğu, aileyi, anneyi, babayı klişeye alır klişeye götürür, bizde ise camiye götürülür. Hindistan'da ya da Çin'de de başka türlü inançları olsa da, bu böyledir. Yani aslında, inanmayanlarda da (Müslim olmayanlar) , kendilerine göre bir ahlak ve inanış şekli vardır, olmalıdır da, bu insan olmanın gereğidir. ,Yani bizim geleneğe ait edebiyatımızda da böyledir, dünya edebiyatında da böyledir. Edebiyat iyiliğe hizmet eder ve etmelidir. Kötülüklere karşıdır, iyilerin yanındadır, kötülerin karşısındadır. Aykırı bazı romanlar da yazılmış olabilir ama umumiyetle bu böyledir. Bu bütün edebiyatçıların ortak özelliği idi ve öyle de olmalıdır.

TÜRK EDEBİYATI YAŞANAN TARİHİ SEYİR İÇERSİNDE, DEVAMLILIĞINI KORUMUŞTUR

Türk Edebiyatı dediğimiz zaman, özellikle geçmiş ya da eskimez edebiyatımız olarak da, adlandırılan Divan Edebiyatımız hakkında, sadece 'saraya hizmet etti' iddiaları hakkında neler düşünüyorsunuz?

Geçmiş derken eğer, Divan Edebiyatını kastediyor isek, Divan Edebiyatını şahsi bir edebiyat olarak telakki edenler vardır. Ama öyle zannedildiği gibi değildir. Divan edebiyatı, sosyal bir edebiyattır. Çünkü orada divanlar, divan şairleri, beyit ile başlıyor, naat ile devam ediyor, sonra gazeller yazıyorlar, padişaha da gazeller yazılabildiği gibi, hayatın akışını ve günlük hayatta yaşanılanları da orada görebiliyor ve okuyabiliyorsunuz. Dolayısıyla Divan Edebiyatı, hayattan kopuk, saraya hizmet eden bir edebiyat değildir. Bu arada Divan edebiyatına dini edebiyat diyenler vardır, doğrudur bir bakıma dini edebiyattır ama aynı zamanda sosyal bir edebiyattır, beşeri bir edebiyattır. Diğer yanda eski edebiyatımız derken Halk edebiyatı, Tasavvufi edebiyatımız da vardır yani Divan Edebiyatımız ile birlikte, üç koldan millet içinde millete eserler vermişlerdir. . Yine edeb ve edebiyat noktasında baktığımız zaman, mesela Yunus Emre (hz)'de bu üç edebiyat türü de var diyebiliriz. Bakıyorsunuz bir bakıma Halk Aşığıdır ama aruz ile de şiir yazıyor, bir bakıma şöyle de düşünebiliriz; Divan şiiri, Divan edebiyatı, asıl omurgadır ve sonra, dini ve ahireti tasavvuf edebiyatı gelişiyor, dünyayı temsilen de halk edebiyatı gelişiyor. Yani dünyayı ve ahireti edebiyatımızla beraber yaşıyor eski yazarlarımız, şairlerimiz. Son devirlere gelmeye başlarsak, Tanzimat ile malum Batılılaşma cereyanını edebiyatımızda da görüyoruz. Edebiyat sahasında da, Batı'dan çok fazla etkilenmişiz, hatta adapteler yapılmış. Yani Batıdaki bir tiyatro eserini ya da romanı aynen alıyor ve aynen taklit ederek yayınlıyor. Sadece isimleri değiştiriyor ve sanki telif bir esermiş gibi, gerçi adapte eden diye de üstte de yazıyor ve olduğu gibi yayınlıyor. Bu edebiyat akımında, biraz da Avrupa'nın tesiri ile sosyal hayatı daha beliğin olarak, görmeye başlıyoruz. Kadınlar ile ilgili meseleler, hayata karşı zorluklar, maişet geçim derdi, çocuk bakım ve terbiye meselesi, bütün bunlar bahardan tutun kışa kadar, insanoğlunun bütün çeşitli safhaları, bu yeni edebiyatın içine dahil oluyor. Bu tabi önemli bir nokta.

UMUMİYET İLE YAZAR VE ŞAİRLERİMİZ, İNANCINA BAĞLI VE SAYGILI KALEMLERDİ

Yeni edebiyat ile başlayan anlayışta edeb ve edebiyata bakış ve maneviyat hayatına bakış nasıl etkileniyor?

Burada iki kol olarak gelişiyor diyebiliriz. Yani gelenek ile birlikte yaşayani, geleneği ve maneviyatımız ile tasavvufumuz ile ilgilenen, mistiszm ile ilgilenen, İslami düşünce ve hassasiyet ile özdeşleşen bir edebiyatımız var. Ahmet Mithat Efendi, Namık Kemal vb başlıyor ve Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç'a ve bugüne kadar geliyor. Bu damar, hakikaten çok sağlam bir damardır. Çünkü, Tanzimat yıllarında, Batı'da İslam aleyhine bir roman yazıldığı zaman, ilk cevap verenler gazeteciler veya o zamanki romancılardır. Mesela Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, bir eser ya da başka bir makale ile hemen cevap verebiliyordu. Demek ki, bir bakıma biz romancılarımızı İslam'ın müdafii olarak da görebiliyoruz. Yani din adamlarından önce, bir edebiyatçı cevap veriyor. Bu yönü pek dikkat çekmese de, belki de bu yönü ile de incelemek gerekiyor, Yeni Türk Edebiyatını. Yani niçin, İslam aleyhine bir yazı ya da roman yayınlandığı zaman, niçin edebiyatçılarımız karşı çıkıyor, Batılı oryantalistlere, müsteşriklere cevap veriyor? Tabi bu anakol ama bunun içinde Yahya Kemal vardır, Ziya Osman vardır, Asaf Halet Çelebi vardır. Hatta dini bütün bir hayat yaşamamıştır ama onlarda da Allah korkusunu görürüz, ahiret özlemini görürüz. Bu temaları, la dini dediğimiz yazar ve şairlerde de, Cahit Sıtkı'da da, Dranas'ta da vardır, Ahmet Kutsi Tecer'de de vardır. Yani Cumhuriyet Edebiyatı böyle devam ediyor ve 1950li yıllardan sonra, özellikle de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinden sonra, biraz daha dini temalar işlenmeye ve eserler yayınlamaya başlıyor. Bakıyorsunuz; Necip Fazıl'ın Ağaç Dergisi var, Büyük Doğu var, Diriliş Dergisi var. Edebiyat Dergisi var. Hisar Dergisi çıkartılıyor ve 30 yıl devam ediyor. Burada da milli ve manevi değerleri olan edebiyatçılarımızın eserlerini görüyoruz. Mavera Dergisi gibi bugüne kadar bu gibi akımlar geliyor. Aslında temelde şunu düşünüyorum, bir Tevfik Fikret'i, bir Ahmet Cevdet'i, bir Aziz Nesin'i hariç tutabiliriz ve bu birkaç ismi dışarda tutmak kaydı ile bizim edebiyatımızda, şiirimizde, inanç hakimdir. Yani aslında edebiyatçılarımız, inançlı insanlardır. Dolayısıyla bu gözle bakmak, bu gözle değerlendirmek lazım diye düşünüyorum. Yani bizim Yeni Edebiyatımız geleneklerden, inaçlardan kopmuş değildir. Çünkü metinlere bakıyoruz, çoğunluğunda Ezan şiiri var, demek ki Ezana bir hürmetleri var, Ezanı yücelten, kutsiyyetini ifade eden şiirler....Romanlarda da bunları görürüz. Demek ki, o inançlı inançsızlık çatışması, romanımızda, hikayelerimizde, şiirlerimizde, çok bariz bir şekilde var. Ve genelde inanç hakim olmuştur, edebiyatımızda.

Bugün edebiyatımızı ve edebiyatçılarımızı, nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün çok farklı dereler ver, aynı denize akan... Türk Edebiyatı eğer uçsuz bucaksız bir derya ise, ona akan çok sayıda farklılıklar arzeden dereler, nehirler, ırmaklar vardır. Gerçekten çok çeşitlilik vardır. Bu çeşitlilik, o kadar fazla ki, ateist yazarlarımızda var, dini bütün, tasavvufi eserler ortaya koyan yazarlarımız da var, meselelerimize milli pencereden bakan, milliyetçi yazarlarımız, şairlerimiz de var. Kozmopolit yazarlarımız da var. Kısacası her renkten, adeta edebiyatçımız var. Aslında bu bir güzelliktir. Sonuç itibari ile insanlar hoşuna giden, beğendiği yazarı n eserini alıp okuyor. Bazı okuyucular ise arayış içinde ve bir çok yazar ve şairi okuyor, araştırıyor, sonra ruhuna kim hitap ediyor ise onu farkedebiliyor. Onunla mutlu oluyor, ondan ve onun eserlerinden besleniyor. Dolayısıyla ben, böyle bir çeşitliliğe olumlu bakıyorum, yadırgamıyorum, tam aksine bence insanlar hür bir şekilde, duygu ve düşüncelerini dile getirsinler, edebiyat ortamına aktarsınlar, romanlar yazsınlar, şiir kitapları çıkartsınlar, tiyatro eserleri kaleme alsınlar. Ve okuyucu, kendi duygularına, kendi ruhuna, bakışına, kendi aklına, kendi vicdanına hitap eden yazarı, şairi, bulsun okusun. Netice itibari ile edebiyat hayatında, yazar, şair ve okur arasında bir iletişim doğmasına vesile oluyor.

TÜRK DÜNYASI, EDEBİYAT VE KÜLTÜR İNSANLARI ARASINDA DAHA ÇOK İLETİŞİM OLMALI

Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrasında, edebiyat sahasında da bilgi sahibi olamadığımız, bir sayfa açıldı. Balkanlardan, Ortadoğu'ya Türk Dünyası'na ait edebiyatımız ve edebiyatçılarımız yeterince tanıyor muyuz?

Çok önemli bir soru. Bir bakıma Türkiye; Dış Türkler, diyebileceğimiz kardeş toplumlar ve edebiyatları noktasında, 1980li yıllara kadar, tamamen kalın duvarlar vardı. Ve insanlar birbirlerini tanımıyorlardı. Azerbaycan'dan gelen dostlarımız vardı. Soruyorduk, koca Azerbaycan'da sadece bir iki Türk edebiyatçısı tanınıyordu. Daha doğrusu Sovyet rejiminin izin verdiği ideolojik amaçlı kişiler olan, hatta memur edebiyatçılar da diyebileceğimiz, sadece Nazım Hikmet, Yaşar Kemal, Aziz Nesin tanınıyordu. Ama bugün yüzlerce şairimizi, romancımızı, tiyatrocumuzu tanıyoruz. Hem Türkiye ile diğer Türk Cumhuriyetleri ve toplulukları ile edebiyat, kültür, sanat ve musıki sahalarında, kardeş olan ancak yılarca ayrı kalmış olan bu topluluklar, birbirlerini tanımaya, okumaya, dinlemeye başladılar. Sadece Türkiye değil burada, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırım, Tataristan, Başkordistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Doğu Türkistan, Kazakistan, sonra Balkanlarda Makedonya'da, Kosova'da, Bulgaristan'da, Yunanistan'da (Batı Trakya'da) yaşayan Türklerin, Irak ve Suriye'deki yaşayan Türkmen kardeşlerimizin, Güney Azwrbaycan (İran) edebiyatı, hatta Amerika ve Avrupa'da yaşayan milyonlarca Türk kardeşimiz vb. Son çeyrek asırda karşılıklı olarak biz onları, onlar bizleri ve hatta kendi aralarında da, bu hür ve bağımsız olmanın verdiği güven ve huzur ile Türk edebiyat ve kültürünün ne kadar da büyük, geniş ve çeşitliliğini de görmüş, yaşamış oldular. Tabii ki sevindiricidir, nihayetinde farklı lehçelerde de olsa Türkçemizin, farklı coğrafyalarında yaşayan kültür ve sanat insanları olan kardeş topluluklarız. Beraber çalışmalar yapmaları ve daha da geliştirmeleri ile bu coğrafyanın daha da zengin ve güçlü olmasına da katkı sağlayacaktır. Yeter ki, Türkiye'deki ve diğer Türk devlet ve topluluklarındaki aydınlarımız, birbirlerini keşfetsinler, birbirlerini tanısınlar, birbirlerinden istifade etsinler, kültürel köprüler kursunlar. Onlar bizim büyüklerimizi, biz de diğer kardeşlerimizin edebiyatçılarımızı, yazarlarımızı, şairlerimizi tanımalıyız.

AYDIN VE YAZARLAR, ÜLKELERİNE VE İNANÇLARINA KARŞI SORUMLUDURLAR

Türkiye, Türk Dünyası ve İslam Dünyası arasındaki edebiyat, kültür ve sanat ilişkileri nasıl ve nasıl olmalıdır?

Bu da çok önemli bir konu. 1985 yılında Doğuş adlı bir gazete çıkarıyordum. İstanbul'a gelen Mısırlı Muhammed Harp adlı bir Türkolog profesör ile görüşmüş ve bir mülakat yapmıştık. Demişti ki; 'Maalesef bu güne kadar, Türkçe'den, Arapça'ya çevrilen sadece 3 yazar var. Bu isimleri vermeye gerek yok ama üçü de, bütün Arapların, bütün Müslümanların inançlarına saygısı olan yazarlar değildi.' Ve ateist yazarlardı, ateist olabilirler ama siz Türk edebiyatını temsil eden diyerek ve de Arap ülkelerinde siz bu kişilerin kitaplarını basarsanız, o zaman bunda bir edebiyata ya da Türk kültürüne hizmet değil, başka bir art niyet görürsünüz. Sordum o gün ne Necip Fazıl'ın, ne Mehmet Akif'in, ne Yahya Kemal'in bir tek eseri bile Arapçaya çevrilmemiş ve o ülkelerde yayınlanmamış. Ve kendisi ilk defa Necip Fazıl'dan, Sezai Karakoç'dan şiirler ve makaleleri Arapça'ya çevirerek yayınlamaya başladığını ve ondan sonra Mısır'daki Türkologların bu önemli isimleri tanımaya başladıklarını söylemişti. Bakınız ne adar feci bir durum. 85li yıllardan bahsediyoruz. Daha 30 sene öncesine kadar, Müslüman olan farklı coğrafyalarda yaşayan kardeş toplumlar, birbirlerinin aydınlarını, edebiyatçılarını, şairlerini tanımıyorlar. Tabi bu ciddi eksiklikti. Ne oluyor, o zaman o ülke insanları birbirlerini tanımıyor, edebiyatlarından da, sanatlarından da, musikilerinden de habersiz kalıyorlar. Ama şimdi aynen Türk Dünyasında olduğu gibi, İslam ülkeleri ve aydınları arasında da, tanınmaya, eserleri yayınlanmaya başladı. Kültür ve Turizm bakanlığının yaptığı açıklamaya göre, 150 edebiyatçımıza ait eserler Arapça, İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça olmak üzere, 120 dile tercüme edilerek yayınlandı. Bu çok önemli bir gelişme. Biz nasıl Batı ya da Doğu klasiklerini çocukluğumuzdan itibaren nasıl okuyor ve o yazar ve şairler ile onların ülke ve kültürlerini tanıyor isek, dünyada insanlar da, bizim eserlerimiz ile edebiyatçılarımız ve coğrafyamızı kültürümüzü tanımaya başlayacaklar. Geç kalınmış olsa da....

TÜRKİYE ARTIK, DÜNYADA EN ÇOK KİTAP OKUNAN 12'NCİ ÜLKE

Okumak aslında vazgeçilmez ve hayati bir ihtiyaç. İnsan nasıl yemek yiyor ve nasıl yemek yiyor ise okumak da aynı şekilde vazgeçilmez ve bana göre mecburi bir ihtiyaçtır ve insan olabilmesi için, mecburi bir ihtiyaçtır okumak. Mukaddes Kitabımız Kur'an-ı kerim de, Hadis i Şeriflerde de buyurulduğu gibi, her zaman ve her fırsatta okuyacağız ve okumayı da teşvik edeceğiz. Peki yeterli mi, elbette değil. Ama doğrusu ben bu konuda da ümitvarım. Bir çok konuda da olduğu gibi. Evet geçmişte dünyada, en az kitap okuyan ülkeler arasında Türkiye en başta iken, artık bu değişmeye başlamıştır. Artık Türkiye, geçen sene yapılan istatistki bir açıklamaya göre, Yayıncılar Birliği ve Basın Birliği birlikte yaptıkları bir açıklamada, Dünya'da en çok kitap okunan ülkeler arasında 12'inci ülke olmuş. Bu çok güzel ve sevindirici bir haber. Yani dünyada 200 ülke var ise, Türkiye 190 kusuruncü iken, şimdi 12'inci sıraya çıkması hakikaten önemli ve ümitvar bir gelişme.

YAZAR VE ŞAİRLERİN HEPSİNİ, ÖLÜ BİLİYORDUK!

İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'nün başlattığı, 'Yazarlar Okulda Projesi' çok hayırlı, kalıcı ve faydalı oldu. Geçen yıl İstanbul il Milli Eğitim Müdürümüz Muammer Yıldız Bey, bir şey anlattı 'Projeden sonra okulları gezmeye başladım, bir nevi saha yaptığım araştırmasında, öğrencilerden bilgi alıyordum. Bir okulda, bir öğrenci dedi ki; 'Efendim, iyi ki bu projeyi uyguladınız. Çünkü yazarlarımız, okullara gelmeye başladılar, onları ve eserlerini tanımaya ve okumaya başladık. Çünkü biz, bugüne kadar bütün yazarları ölü zannediyorduk. Nedense, yaşayan bir yazar olabileceğini düşünemiyorduk. Çünkü ders kitaplarında okuduğumuz Reşat Nuri Güntekin, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Tarık Buğra gibi edebiyatçılar, ölü yazar, şairler ve hepsi ölü. Dolayısıyla da, canl yaşayan yazar ve şairler görünce de, çok g heyecanlandık. Böylece yazarların da t yaşayabileceğini görmeye başladık ve kitaba, şiire, hikayeye ve romana olan ilgimiz daha da artmaya başladı' Yani demek ki, edebiyat, kültür, sanat, musıki ile ilgili kişiler ile gençlerimizi daha fazla bir araya getirmek gerekiyormuş ve şükür ki, bu proje ile başladı ve arkası da gelecektir inşallah..

Aslında temelde şunu düşünüyorum; bir Tevfik Fikret'i, bir Ahmet Cevdet'i, bir Aziz Nesin'i hariç tutabiliriz ve bu birkaç ismi dışarda tutmak kaydı ile bizim edebiyatımızda, şiirimizde, inanç hakimdir. Yani aslında edebiyatçılarımız, inançlı insanlardır. Dolayısıyla bu gözle bakmak, bu gözle değerlendirmek lazım diye düşünüyorum. Yani bizim Yeni Edebiyatımız geleneklerden, inaçlardan kopmuş değildir. Çünkü metinlere bakıyoruz, çoğunluğunda Ezan şiiri var, demek ki Ezana bir hürmetleri var, Ezanı yücelten, kutsiyyetini ifade eden şiirler.

Müslüman olan farklı coğrafyalarda yaşayan kardeş toplumlar, birbirlerinin aydınlarını, edebiyatçılarını, şairlerini tanımıyorlar. Tabi bu ciddi eksiklikti. Ne oluyor, o zaman o ülke insanları birbirlerini tanımıyor, edebiyatlarından da, sanatlarından da, musikilerinden de habersiz kalıyorlar. Ama şimdi aynen Türk Dünyasında olduğu gibi, İslam ülkeleri ve aydınları arasında da, tanınmaya, eserleri yayınlanmaya başladı. Kültür ve Turizm bakanlığının yaptığı açıklamaya göre, 150 edebiyatçımıza ait eserler Arapça, İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça olmak üzere, 120 dile tercüme edilerek yayınlandı.

MEHMET NURİ YARDIM KİMDİR?

23 Nisan 1960 tarihinde Siirt'te doğdu. İlk ve orta öğrenimini doğduğu şehirde, tamamladıktan sonra, 1980'de girdiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden, 1985'te mezun oldu. 1979 yılında başladığı gazetecilik mesleğini Yeni Asya, Doğuş, Tercüman, Türkiye, Hürriyet, Zaman, Haber Fatih, Orta Doğu, Yeniçağ ve Milat gazetelerinde devam ettirdi. 2001'de emekli olduktan sonra, Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı'nın çıkardığı Kubbealtı Akademi Mecmuası'nın Yazıişleri Müdürü oldu. Halen, Milat gazetesiyle, www.sanatalemi.net ile www.medeniyetimiz.com siteleriyle, bazı sanat edebiyat dergilerinde yazıyor. Çalıştığı gazetelerde muhabir, musahhih, editör, röportaj yazarı ve köşe yazarlığı yaptı, kültür sanat sayfalarını yönetti. İstanbul Yayıncılık'ın kurucuları arasında yer aldı. Kahraman Yayınları'nın "İslâm Klâsikleri", Boğaziçi Yayınları'nın "Şairler Yazarlar Dizisi", Hikmet Neşriyat'ın "Türk Klâsikleri" ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin "Fethin 550. Yılında İstanbul Şiirleri-Yazıları" projelerinin editörü oldu. İLESAM (İlim Edebiyat Eserleri Meslek Birliği), TYB (Türkiye Yazarlar Birliği), TGC (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti), İSEDER (İstanbul Edebiyat Derneği) üyesi. Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER)'nin kurucu genel başkanı. "Mezarı Kayıp Şairler" haberiyle "2000 Yılı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Kültür Sanat Başarı Ödülü"ne lâyık görüldü. "Kayıp İstasyon" isimli kitabı dolayısıyla da, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından "biyografi" dalında "2005 Yılının Yazarı" seçildi. 10 Ağustos 2006 tarihinde kurduğu, www.sanatalemi.net sitesi, TYB tarafından 2007'de "elektronik yayıncılık" dalında, Türkiye'nin en iyi sitesi olarak ödüllendirildi. Yaşayan ve vefat etmiş, pek çok şair, yazar ve sanatçı hakkında toplantılar düzenleyen Yardım, ESKADER ve İKSM'de başlattığı "Yazı ve Editörlük" kursunu Birlik Vakfı'nda devam ettiriyor. Bazı edebiyatçıların eserlerini neşre hazırlayan Mehmet Nuri Yardım'ın, yayımlanmış bir kısım kitapları ile ilk baskı tarihleri şöyle: Aşina Çehreler (2007), Bâbıâli'de Hayat (2014), Dersimiz Edebiyat (2001), Edebiyatçılarımızın Çocukluk Hâtıraları (1986), Edebiyatımızda Hüzün (2009), Edebiyatımızın Güleryüzü (2002), Kalem Efendileri (2015), Kayıp İstasyon (2005), Ömer Seyfeddin (2002), Romancılar Konuşuyor (2000), Refik Halit Karay (2002), Sait Faik Abasıyanık (2002), Safiye Erol (2003), Sefertası (2009), Şiirimizden Portreler (2001), Tarihimizin Güleryüzü (2007), Unutulmayan Edebiyatçılar (2004), Yazar Olacak Çocuklar (2004), Yıldızlarla Uyumak (2009), Ziya Osman Saba (2002), Ziya Osman Saba Sevgisi (2004)