10 Ocak: Çalışan Gazeteciler Bayramı...  Bir zamanlar öyleydi. 1952 tarihli "Basında Çalışanlar ile Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun" 10 Ocak 1961 günü çıkan 212 Sayılı Yasa ile değiştirilmiş, basın emekçileri yararına hükümler getirmişti. O gün, bu yasaya karşı çıkan işverenler, üç gün gazete çıkarmama kararı almışlardı. Basın emekçileri bu sürede Sendikalarının öncülüğünde "BASIN" adını taşıyan kendi gazetelerini çıkarmışlardı. Fikir işçilerinin onurlu hak mücadelesinin simgesi olan 10 Ocak o tarihten sonra her yıl "Çalışan Gazeteciler Bayramı" olarak kutlanmıştı. 

Ama ne yazık ki,  çalışan gazeteciler, "ele verir talkımı, kendi yutar salkımı" örneği,  sendikalarına ve bu haklarına sahip çıkamadılar. 212 sayılı yasaya o tarihte karşı çıkan işverenler, şimdi basın emekçilerinin en büyük güvencesi olan bu yasanın içini boşalttılar. Gazetecinin özgür çalışabilmesinin güvencesi sayılan, istifa halinde kıdem tazminatı alabilme hakkı, işverenlerin çabaları sonucu, Yargıtay tarafından yok edildi. Gazetecilerin çoğu, sigortasız kaçak işçiler durumuna getirildi. Gazetecilik mesleğinden gelmeyen işverenler, 212 Sayılı Kanun hükümlerini, gazeteciler için uygulamazken, işyerlerine doldurdukları yakınlarını ve gazetecilik işi dışında çalışan kadroları "sarı basın kartı" kolaylıklarından yararlandırabilmek amacıyla 212 sayılı yasa kapsamına aldılar.

Ve nihayet, önceki yıl, çoğunluğu işsiz olduğu için çalışamayan gazeteciler, Cağaloğlu'nda T. Gazeteciler Cemiyeti önünden, vilayete kadar yürürken, ceplerindeki sarı basın kartlarının sağladığı imkânlardan da yoksunlardı. Sizin anlayacağınız, Çalışan Gazeteciler Bayramı, politikacıların, kafalarındaki gazeteci tipini anlatan demeçler verdikleri, gazeteci örgütlerinin de cılız ağıtlar yaktığı bir fuzuli bayramdı. 

Ne fuzuli şeylerle uğraşmışızdır hayatımızda: Oturup hesaplamışlar, Ortalama bir erkek, hayatının 3350 saatini tıraş olmak için harcıyormuş. Salatalığın yüzde 96'si suymuş. Sümüklüböceklerin dört tane burnu olduğu, bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafenin, ayaklarının büyüklüğüne eşit olduğu, kedilerin beyninde 32 adet kas bulunduğu bilgileri lise öğrencisine çok mu gerekliydi?

Farsça bir şiirin Türkçesi şöyle:

"Bugün Hille'de iki şair bulunuyor: Oğlu Fazlî, baba Fuzulî,
Dünyanın bütün işleri tersine: Baba Fazlî, oğul Fuzulî.
Bizim şairimiz Fuzulî ile oğlu Fazlî'den söz ediyor. Bildiğiniz gibi  fazli; değerli, üstün; fuzuli ise gereksiz, yersiz, boşboğaz anlamlarında iki kelime. Evet sözü Fuzulî'ye getirmek için peşrev çekip duruyorum. 
Eskiler güzel ve seçkin mısralara  "Mısra'-ı berceste" derler.  Ragıp Paşa'nın dediği gibi: "Eğer maksud eserse mısra'-ı berceste kafidir." İşte size Fuzulî'den birkaç berceste:
Mende Mecnûn'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var 
Âşık-i sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var 
                *
Eylesen tûtîye tâlim-i edâ-yı kelîmât 
Sözü insan olur ammâ özü insan olmaz 
                *
Edemem terk Fuzûlî ser-i kûyın yârin 
Vatanımdır vatanımdır vatanımdır vatanım 
                *
Ne yanar kimse bana âteş- i dilden özge 
Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı 
                *
Ger derse Fuzuli ki güzellerde vefa var 
Aldanma ki şair sözü elbette yalandır. 

Son beyit üzerinde iki cümle etmekten kendimi alamadım. Çoğu kişiler birinci mısrayı atlayıp, ikinci mısrayı baş tacı yaparlar. Şairlerin sözü olan şiirlerin yalan olduğunu söylerler. Oysa tam tersi. Yalan olan birinci dizedir. Ne diyor: "Fuzuli, güzellerde vefa var, derse,  derse ne olur? Şairin (Fuzuli'nin) sözü yalandır. Yani,  güzellerde vefa yoktur. 

Söz Fuzuli'ye gelmişken çıkmak istemiyorum. Yarın da Fuzuli'yi anlatalım mı?