Diplomasinin gereği belki. Ya da daha fazla havayı germemek için izlenen bir taktik. Beyaz Saray ve Kongre’den “Dolar 7 liraya çıkacak” tan tutun da, Türk ekonomisini ciddi sıkıntıya sokacak yaptırımların geleceğine kadar sert bir dil kullanılıyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, ABD’li mevkidaşı Pompeo ile görüşmesinden de sonuç çıkmadı. Hatta Pompeo, “Yaptırımlar ciddi olduğumuzun göstergesi” ifadesini kullanmış. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’li iki bakanın Türkiye’de varsa mal varlıklarının dondurulacağını açıklayarak ilk ciddi adımı atmış oldu. ABD’ye ilişkilere “aynı evin içinde iki kardeş bile, 40 yıllık karı-koca bile her konuda anlaşamıyorlar. Bazen tartışıyorlar, sonra anlaşıyorlar” penceresinden bakmak gibi bir yanlışı sürdürmemek lazım artık.

Bu, Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD ile yaşadığı ilk kriz değil.

2. Dünya Savaşı’nın ardından, o dönemki adıyla SSCB’nin tavır değiştirip Türkiye’den imtiyazlar istemesi , İsmet İnönü’nün yönünü ABD’ye dönmesini sağlamış, iki ülke bu şekilde yakınlaşmıştı. Türkiye için aslında bir “kırılma” dönemidir Rusların bu tavır değişikliği ve İnönü’nün ABD ile birlikte hareket etme kararı...

Truman doktrini, Köy Enstitülerinin kapatılması kararı vs. hepsi bu dönemde alınması zorunlu kararlardı. ABD’nin yeni kurulmakta olan NATO’nun çekirdek yapısına girmek için Kore’ye asker göndermek gibi bir jest de yapmıştık. Diğer tavizler ardı ardına gelmiş, Menderes döneminde de Truman doktrinine göre şekillenmişti Türkiye...

ABD-Rusya arasında çıkan Küba krizine dahil edilmemizi, Kıbrıs’a müdahale hazırlığında olan İnönü hükümetine 1964 yılında verilen ve tarihe Johnson Mektubu olarak geçen ultimatomu es geçelim. İnönü’nün “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye orada yerini alır” cümlesini hatırlatarak tabii...

İnönü hükümeti Kıbrıs’a müdahale etmemiş, Milli Şef’i kurultayda alt eden Bülent Ecevit, hükümet ortağı Necmettin Erbakan’la birlikte katliamı önlemek için tüm çareler tükenince gelen “Ayşe tatile çıksın” şifresiyle, Kıbrıs Barış Harekatı’nı başlatmıştı.

ABD, o zaman da Türkiye’ye ambargo uyguladı. Ecevit, 1974’te konulan ambargoya karşılık, 1975’te ABD’nin Türkiye’deki üslerini kapatma kararı almıştı.

NATO üsleri kapanınca ABD ambargoyu kaldırmıştı. Ama Bülent Ecevit, tüm siyasi hayatı boyunca ambargolu olacak, “Amerikancı” rüzgar onun daima karşısında yer alacaktı... Akaryakıt, yağ, şeker, sigara dahil birçok şeyin yokluğu, siyasi iktidarlara birkaç aylık ömür biçmeye başlamıştı.

Kapatılan NATO üsleri de, ancak 1980 darbesiyle açılabilecekti. Yunanistan da darbe sayesinde dönebilmişti NATO’ya...

*****

Benzer bir dönem yaşıyoruz şu anda. O zaman Kıbrıs’a yaptığımız askeri müdahale ve Sovyetler Birliği ile “fındık satış anlaşması” ile başlayan ekonomik yakınlaşma idi ambargo sebebi.

Şimdi de, Suriye’de ve Ortadoğu’da ABD’nin kurguladığı sisteme birebir uyum sağlamayışımız, Rusya ve İran ile Astana sürecini yürütmemiz, Rusya’dan S-400 almamız gibi sıkıntıları var ABD’nin.

Ecevit’le, ambargo döneminde BBC bir röportaj yapmıştı. 1978 yılında röportajı yapan Mahmut Hamsici, iki bakana ambargo koyulunca yeniden yayımladı röportajı. Ecevit BBC’ye verdiği röportajda ambargo kalkmadığı sürece ABD üslerinin kapalı ve askıda kalacağını ifade ediyordu.

Ecevit röportajda NATO’ya yönelik eleştirilerini de sıralıyor ve Türkiye’nin yalnız bırakıldığını ifade ediyordu. Bunun üzerine Türkiye’nin askeri anlamda yeni savunma stratejisine döndüğünden ve Sovyetler Birliği ile askeri yakınlaşmadan söz eden Ecevit, Türkiye’nin askeri silahlar anlamında tek kaynağa bağlı kalmaktan uzaklaşılacağını söylüyordu. Tıpkı bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın S-400’lerle ilgili söylediği sözleri hatırlatıyor değil mi?

Ecevit NATO konusunda da net tavrını şöyle açıklıyordu: “NATO’ya yapacağımız katkı, NATO’nun Türkiye’nin güvenliğine katkısıyla orantılı olacak, bu kadar.”

Bu röportajdan 4 ay sonra Amerikan Kongresi ambargoyu kaldırdı.

*****

1948 yılında Truman doktrini ile başlayan yakın ilişkimiz bizim açımızdan hep dostane sürse de, ABD bizi hiç bir zaman “dost ülke” görmedi. Sadece Rusya karşısında NATO’nun bir süre direnmesini sağlayacak asker milleti elinde tutmaktı ABD’nin amacı.

Günümüz jeopolitiği, NATO üslerini kapatmamıza el vermeyebilir. Türkiye’yi hedef tahtasına oturtmaya Büyük Ortadoğu Projesi’ni hazırlarken karar vermiş olan “küresel çete” Irak’tan Suriye’nin kuzeyine, Mısır’dan Suudi Arabistan topraklarına kadar her yerde sayısız üs kurmuştu. İncirlik, kurulan irili ufaklı üsler sayesinde “sembolik” bir anlam taşımaya başladı artık.

Ama İsrail’in güvenliğini sağlamaktan başka hiç bir misyonu olmayan Malatya Kürecik’teki Radar Üssü, hâlâ stratejik önemini sürdürüyor. Çünkü, İran’ın tamamını ancak bu radarlar sayesinde görebiliyor ABD ve İsrail.

İran’ı hedef tahtasına koyan ABD’nin ve İsrail’in gözüne sabun köpüğü kaçırmak, Türkiye’nin ciddiyetini göstermeye yetecektir. Bu sayede Çavuşoğlu da Pompeo’ya “Bu da bizim ciddi olduğumuzun göstergesi” diyebilir ve şartlar eşitlenir.