Türkiye'yi 12 Eylül 1980 darbesine götüren yol, kan, gözyaşı ve terörle döşeniyor, siyasetçiler ülke bu büyük kaosu yaşarken aralarında uzlaşamadığı için siyaset kurumu da hızla yıpranıyordu.

O dönemi analiz edenlerden bazıları, yaşananları Bülent Ecevit liderliğindeki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile Necmettin Erbakan'ın Milliyetçi Selamet Partisi'nin (MSP) kurduğu koalisyon hükümetinin Kıbrıs Barış Harekatı'nın faturası olarak izah ediyordu. Analize göre Kıbrıs'ta Türk katliamına göz yuman ABD, harekât sırasında Türkiye'ye ambargo koymakla attığı adımı, karanlık operasyonlarla sürdürüyor, sokaklar aynı el tarafından silahlandırılıyor, kışkırtılıyordu. Sokaklardaki sağ-sol çatışması, CHP ile Adalet Partisi (AP), MSP ve çatışmaların aktif olarak içinde yer alan sağcıları bünyesinde bulunduran Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) kanlı bıçaklı oluyor, koalisyon hayal bile edilemiyordu. AP, MHP ve MSP'nin "Milliyetçi Cephe" adıyla kurdukları hükümetleri ile CHP'nin "azınlık" hükümetleri nöbetleşe iktidara geliyor ama ülkeyi bu kaostan kurtaracak reçeteyi bulamıyordu.

Sıkıyönetim döneminde sokağa çıkan asker de olayları engelleyemiyordu ama 12 Eylül darbesi her şeyin bıçakla kesilmiş gibi durmasını sağlıyordu. O dönemde "silah kaçakçısı" olarak yakalanan Çayırovalı Osman "Tekneyle silahları Bulgaristan'dan alıyordum ve hem sağ hem de solculara satıyordum" diyordu ifadesinde...

Bülent Ecevit'in 12 Eylül öncesi Başbakanlık yaptığı dönemde sarf ettiği "CIA ajanlarının koordine ettiği kontrgerilla var. Maaşlarını da CIA ödüyor" sözleri pek önemsenmiyordu. Ama daha sonra ortaya çıkan gerçekler, Türkiye'de ABD eliyle organize edilen bir "gizli yapı" olduğunu, bu yapının birçok siyasi ve ekonomik olayın içerisinde yer alarak Türkiye'ye karşı adeta operasyon yaptığını doğruluyordu.

Kontrgerilla veya İtalya'daki adıyla Gladio gibi bir yapılanmanın, NATO üyesi tüm ülkelerde değişik isimlerle oluşturulduğu da SSCB'nin yıkılıp, soğuk savaşın bitmesiyle ortaya çıkıyordu. ABD ajanlarının "Komünizmle mücadele" perdesiyle içimizden devşirdiği "yerli" dinamiklerle karanlık ve kirli bir şebeke kurduğunu 12 Eylül darbesinden yıllar sonra öğreniyordu Türk halkı.

12 Eylül'e giden yolu açan ve genişleten örgütlere "Apocular" olarak adlandırılan bir grup daha ekleniyor, "Marksist bir örgüt" görünümü altında Kürt şovenizmi yapacak PKK'nın temelleri o yıllarda atılıyordu.

Halen karanlıkta kalan bir sır olmayı sürdüren Hava Kuvvetleri mensubu Pilot Necati'nin, Abdullah Öcalan'ın en büyük destekçisi olduğu iddiası da hiç bir zaman açıkça yalanlanmadı. Pilot Necati, bu görevi Genelkurmay'dan mı aldı yoksa NATO'daki ABD'li komutanlarından mı buna siz karar verin...

* * *

Çok sayıda yabancı dil bilen, generalliğe kadar yolu açık olduğu halde kendi isteğiyle emekli olan bir askerin özel bir sohbetimizde anlattıkları, NATO'ya dair bakışımı korumamı sağlayan bilgilerle doluydu. Ergenekon ve Balyoz operasyonları döneminde sohbet ettiğimiz ve o dönem için "aramızda kalsın" emekli asker (iznini almadığım için adını yazmıyorum) "NATO'da, üye ülkeleri hizaya getirme ve hizada tutma yöntemleri olarak adlandırılabilecek bir gizli kitap geçti elime. Tesadüfen elime geçen kitabın indeks bölümüne bakabildim. Siyasi suikast, terör, iç savaş, uçak kaçırma ve darbe gibi başlıkların sıralandığını görünce NATO içerisinde yer alan bir TSK'da görev yapmamın anlamsız olduğunu düşündüm ve istifa ettim" demişti. O dönemde yapılan operasyonları da "Yeni dünya düzeninde ABD'nin koç başı olarak kullanmayı planladığı NATO bünyesindeki TSK içerisinde ayağına dolanacak, Ortadoğu'daki dizayna razı olmayacak kadro temizleniyor" olarak izah etmişti o emekli komutan.

Haklı çıkıp çıkmadığına da siz karar verin...

1980 öncesi dönemde yaşanan terör olaylarına "Akıncı gençlik" adıyla bulaşan grup dışında bulaşmamış, Milli Türk Talebe Birliği'ni uzun soluklu bir mücadeleyle ele geçiren "muhafazakar" gençlik, siyasette de umut olmaya başlamıştı. 12 Eylül sonrası Turgut Özal'ın kurduğu Anavatan Partisi, 4 eğilimi bir araya getiriyor, bu eğilimler arasında daha önce yolu MSP'den ve MHP'den geçmiş isimler de yer alıyordu.

Necmettin Erbakan'ın "Milli Görüş" hareketi, Süleyman Demirel'in Tansu Çiller'e emanet ettiği Refah-Yol iktidarı da 28 Şubat "post modern" darbesiyle indiriliyor, bu darbe de sadece ABD ve NATO'nun işine yarıyordu.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin de, siyaset dahil sivil dinamiklerin de bugün "ayrıntı" sayılan ama her biri tarihi kırılmalara yol açan olaylarla nasıl dizayn edildiğini daha iyi anlayabiliyoruz. Bu ifadeyi kurarken, tüm komutanları, siyasetçileri, işadamlarını ve toplumun tüm dinamiklerini, kanaat önderlerini "kripto ABD'li" veya "dış güçlerin maşası" olarak nitelendirmek gibi bir insafsızlığa elbette geçit vermemek lazım. Bazen insana öyle olaylar yaşatılıyor ki, sonradan çok pişman olacağı kararları tek çıkış yolu olarak görebiliyor.

Bence "matruşka darbe" olarak planlanan 15 Temmuz gecesini ve sonrasını, 4 bölümde çok az bir bölümünü anlatabildiğim NATO'ya girişimizden sonra yaşananları hesaba katarak bir kez daha değerlendirin derim...