Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanın idamıyla demokrasi tarihine bir leke olarak geçen ve ilk kırılma noktası olan 27 Mayıs 1960 darbesi, "özgürlükçü" 1961 Anayasası sayesinde toplumun önemli bir kesimi tarafından büyük destek aldı. Tamamı Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu kadrosunu oluşturan Cumhuriyet Halk Partisi içerisinden çıkmış Demokrat Parti iktidarı döneminde yaşanan "karanlık" olaylar ise hiç bir zaman tüm gerçekliğiyle aydınlatılamadı. 1955 yılında gerçekleşen 6-7 Eylül olaylarını tetikleyen söylentiler, galeyana getirilen halk, yağma, linç vs. belki de genç Türkiye'de yabancı ellerin organize ettiği en önemli operasyondu.

TSK'nın NATO şemsiyesi altında hareket etmeye başlaması, diğer kurumlara da yansıdı. Milli İstihbarat Teşkilatı, doğal olarak Marshall Planı çerçevesinde ABD'li istihbaratçılarla koordinasyon, bilgi alışverişi gibi ilişkilere girmişti.

Bugün yaşadığım darbe girişimi öncesi yaşanan Ergenekon ve Balyoz operasyonu gibi bir olay, 1960'tan önce de gerçekleşmiş, bir grup subay 1957-58 yılında hükümete komplo suçundan tutuklanarak yargılanmıştır.

1916'da kurulan ve Cumhuriyet tarihinde Hatay için yürüyüş yaptığı için kapatılan Türk Talebe Birliği, 27 Mayıs'tan sonra ayrıştırılan ilk sivil toplum örgütü oldu. Kuruluşundan itibaren Pan Türkist bir örgütlenme olan Talebe Birliği, 1960 darbesinden sonra "değişim" ve "bölünme"den payını alan sivil kurumlardan sadece bir tanesi. Milli Türk Talebe Birliği çatısındaki "milliyetçi" ve "muhafazakâr" gençliğin yolu da uzun süren tartışmalı bir kongre sonrası ayrıldı. Türkçülük fikriyle hareket eden milliyetçi gençlik ile yıllar sonra "ümmetçi" olarak adlandırılan "muhafazakâr" gençlik ayrı ayrı örgütlenmelere gitti. Milliyetçiler 1960 darbesiyle ordudan tasfiye edilen Alparslan Türkeş'in önderliğinde, mukaddesatçıların bir bölümü ise Necmettin Erbakan'ın önderliğinde partileşti. Bazıları da Adalet Partisi içerisinde yer aldı. Siyaset arenasında ardı ardına partiler kurulmaya başlandı.

Bunlardan birisi de sosyalist görüşlü bir grubun kurduğu Türkiye İşçi Partisi'dir. Bir grup üniversite öğrencisinin kurduğu Fikir Kulüpleri Federasyonu da, sol görüşlüleri çatısı altında toplamaya başlamıştı. Devrimci Gençlik Federasyonu gibi ayrı gruplar da yine aynı dönemde oluşmuş, devamında birçok fraksiyona bölünmüştür. Bu bölünmelerin de manüplatif dış müdahaleler sayesinde olduğu iddiası hep tartışılmıştır.

Solda durum buyken, 1960 darbesinden önce kurulan ve 27 Mayıs'ta lağvedilen Komünizmle Mücadele Derneği, 1963 yılında yeniden faaliyete sokuldu. Son kurulan derneğin CIA destekli olarak faaliyet gösterdiği iddia edilmiş, tarihin akışı içerisinde bunu doğrulayan gelişmeler olmuştur. (Fethullah Gülen, derneğin Erzurum kurucularındandır.)

Türkiye çapında 110 şubesi olan dernek büyüdükçe, iç denetimi ve otokontrolü zayıflamış, derneğin 1965 yılında Türkiye İşçi Partisi'nin mitingine saldırmasıyla Türkiye'de bambaşka olaylar yaşanmaya başlamıştır.

* * *

1960 darbesiyle tasfiyeler yaşanmış ama TSK'da sular durulmamıştır. 1962'de ordu içerisindeki 27 Mayısçıların tasfiye edileceği gerekçesiyle Talat Aydemir önderliğinde başlayan kalkışma, 1963'te de devam etmiş, olaylar 1969 yılında darbe teşebbüsüne kadar varmıştır.

1971 yılında ise Türkiye Cumhuriyeti'nin emir-komuta zinciri içerisinde olmayan ilk geniş darbe girişimi 9 Mart'ta gerçekleşmiş, karşılığı 12 Mart muhtırası olmuş ve ara rejim yaşanmıştır. 12 Mart öncesi ve sonrası dönem aynı zamanda anti Amerikancı gençliğin "silahlı mücadele"ye evrildiği ve kendi aralarında ciddi yol ayrılıklarına düştüğü dönemdir. Olayların ardından hep ABD çıkıyor gözükse de, o dönem sol gençlik içerisinde yer alan bir grubun 12 Mart'ta İngiliz öğretmenlerin evinde yakalanmış olması, halen bir soru işareti olmaya devam ediyor.

Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamını engellemek için Ordu'daki NATO üssünden bir grup İngiliz subayı kaçıran Mahir Çayan ve arkadaşları, gittikleri Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere'de öldürülmüştür. Bu olay, 12 Mart sonrasında sosyalist gençlerin 40'ı aşkın ayrı örgüt adıyla silahlı mücadeleyi sürdürmesini de getirmiştir.

Dönemin generallerinden Memduh Ünlütürk, Mahir Çayan ve arkadaşlarının, 12 Mart'ta tutulduğu cezaevinden kaçışını anlatırken, "Ankara'dan gelen ve içlerinde Amerikalıların da bulunduğu bir heyet, firarı önleyecek ek tedbirler almamıza karşı çıktı. 'Biz onları izleyip gerektiğinde imha edeceğiz' dedi" ifadesine yayınlanan anılarında yer vermiştir.

* * *

Enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurmak ve SSCB'nin yayılmasını önlemek isteyen ABD ve müttefikleri, Türkiye'yi denetimi altında tutmak için hem kesenin ağzını açmış hem de siyaseti ve toplumsal dinamikleri dizayn etmek için ardı ardına birçok projeyi uygulamaya sokmuştur. ABD, Türkiye'deki faaliyetlerinde ağırlıklı olarak anti-komünist refleksi sermaye olarak kullanmış, milliyetçi ve dini grupların ireçisinden adam devşirmek için büyük gayretler sarfetmiştir. ABD'nin stratejisine kimin gönüllü hizmet ettiği, kimin ideolojisi ve inançlarından dolayı kullanıldığını kestirmek mümkün değildir. MİT içerisinde o dönemde bir kaç ajan yakalanmış ve mahkûm edilmiştir. Basında da baş döndürücü gelişmeler oluyor, yeni gazeteler kuruluyor, bütün karanlık olayların altında bazı gazetelerin "zemin hazırlama" veya "tahrik" haberleri yatmaya başlıyordu.

12 Mart ve sonrası Türkiye'de "karanlık" suikastlerin başladığı dönemdir.

TSK'da dönem dönem yaşanan tasfiyeler, Türkiye'nin ABD ve NATO eksenine iyice yerleşmesini sağlamış, hatta 12 Eylül darbesi sonrası Türkiye'de "Küçük Amerika olmak" söylemi, şirin bir siyasi vaad olarak sempatiyle karşılanmıştır.

12 Eylül'e gelirken yaşanan bazı kritik olaylardan ve bu olayların karanlıkta kalan yönlerinden çarpıcı birkaç örnek vererek devam edeceğiz...