ABD'nin yeni patronu Donald Trump, koltuğa oturduktan sonra 20'den fazla ülkenin ardından Ankara'yı da aradı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la yaklaşık 45 dakikalık bir telefon görüşmesi yaptı. Görüşmenin içeriğine dair açıklamayı okumak 45 saniye sürmüyor. İki liderin önemli görüşmesinin içeriği tam anlamıyla kamuoyuna açıklanmaz tabii. Her şeyden önce diplomasi kurallarına aykırı. Mahrem bölümleri de vardır ve olacaktır elbette.

Trump'un Rakka'ya yapılacak operasyonu gündeme getirdiği ve Türkiye'nin de bu operasyonun içinde yer almasına sıcak baktığını anlıyoruz yapılan açıklamadan. "İslami terör" sözünü sarf etmiş Trump. Tıpkı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşmesinin ardından yapılan basın toplantısında "İslamist terör" diyen Almanya Başbakanı Angela Merkel gibi bir tanım kullandı yani.

Konu; Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Trump'a da Merkel'e yaptığı gibi bir "nüans farkı" ayarı yapıp yapmadığı değil. Türkiye'nin bu konudaki duruşu net ve "İslâmla terör bir arada anılamaz" tavrını her fırsatta ortaya koyuyor. Haklı da bu ayrımı koymaya çalışanlar. Asıl sorun Türkiye'nin "tanım"daki duruşu değil, dünyanın bakış açısı... Ve bu bakış açısını haklı çıkaran "cihadist örgütler"in İslâm'ı yorumlama biçimi...

* * *

Trump, sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşmesinde sarf etmedi "İslami terör" sözcüğünü. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığına (CENTCOM) bağlı MacDill Hava Üssü'nde askerlerle öğle yemeği yediğinde de "Bugün burada tek ses olarak ölüm ve yıkım kuvvetlerine şu mesajı veriyoruz: Amerika ve müttefikleri sizi yenecek. Onları yeneceğiz. Radikal İslami terörü yeneceğiz. Onların ülkemizde kökleşmesine müsaade etmeyeceğiz" diyerek moral verdi askerlerine. Aynı zamanda izleyeceği politikayı net bir şekilde tekrar vurgulamış oldu. Gerek liderlerle telefon görüşmelerinde, gerek ABD iç kamuoyuna sürekli aynı mesajı veriyor Trump: İslamcı teröre dünyayı zindan edeceğiz, kökünü kazıyacağız....

Trump'un CIA Başkanı Mike Pompeo'nun ilk yurtdışı gezisini Ankara'ya yapması, ABD'nin "İslamcı terörle" savaşında Türkiye'den önemli roller beklediklerinin en net göstergesi.   Türkiye'yi Fırat Kalkanı operasyonunda tek başına bırakan Pentagon'un, Pompeo Ankara'ya gelmeden önce Türk askerinin El Bab'da destan yazdığını açıklaması da bir "ara gazı" gibi okunabilir.

ABD'nin yeni Başkan Yardımcısı Mike Pence'in, Başbakan Binali Yıldırım'la yaptığı telefon görüşmesi de "hızlandırılmış bir süreç" hazırlığı olduğunu gösteriyor bize.

Ne için bu süreç? ABD ve tüm Batı'nın tanımıyla "İslamcı terörle" savaş için...

* * *

Türkiye, ABD'den "PKK'ya desteğini çek, şer örgütü FETÖ'nün liderini iade et" talebinde bulunuyor. Her ikisi de haklı talepler. Ama ABD sizce hangisinden kolay vazgeçer? Ve hangisi bizim için "olmazsa olmaz" bir seçenek?

Bence ilki, yani ABD'nin PKK'dan vazgeçmesi. Yani ABD'nin "imkansızı" gerçekleştirmesi... FETÖ'nün liderini Türkiye'ye teslim ederek ABD ne kaybeder ki? Türkiye'nin NATO'ya girişinden itibaren ince ince kılcal damarlarımıza kadar yerleştirdiği "CIA'nın gizli ordusu"ndan vazgeçmiş olmaz ki ABD. TSK'da, devlet kurumlarında, STK'larda, iş dünyasında, medyada, hatta ve hatta "manevi dünyamızda" o kadar uzantıları var ki ABD'nin, "misyonunu tamamlamış" bir Fethullah Gülen'i "tek günah keçisi" yaparak kolaylıkla feda edebilir. Yeter ki, Türkiye'den istediğini alacağını görsün...

Peki PKK'dan vazgeçer mi ABD? İşte bu şimdilik imkansız gözüküyor. PKK'nın "isim değiştirmesi", Kandil'i terk edip Irak-Suriye arasındaki "steril bölgeye" yerleşmesi gibi "ara safhalar" yaşanabilir, ama Büyük Ortadoğu Projesi'nin en önemli figürü haline gelmiş "Kürtçü savaşçılar" ABD'nin vazgeçebileceği bir organizasyon değil.

İşte bu yüzden Türkiye'yi Suriye PKK'sıyla omuz omuza Rakka'da savaşmaya ikna etmek için çaba harcıyor Beyaz Saray.

Tıpkı Obama döneminde olduğu gibi...

* * *

ABD, George W. Bush döneminde uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi'nden hiç vazgeçmedi. Obama döneminde "yöntem revizyonu" yaşansa bile, proje hiç bir zaman rafa kaldırılmadı. Proje üzerinde Obama-Putin mutabakatıyla varılan "global uzlaşı", Trump döneminde iyice netleşti. "Yabancı düşmanı" denilen Trump'un hedefi "İslamcı terörü" (!) yok etmek. Rusya'nın hedefi de bu... ABD, Suriye PKK'sını sadece filmlerde görebildiği ağır silahlarla donatmayı sürdürüyor. Rakka savaşının "kara gücü" haline getiriyor. Rusya da, CIA Başkanı'nın Ankara'ya ziyaretinden önce "PKK ve PYD'yi terör örgütü olarak görmüyoruz" açıklamasını yapıyor.

Moskova'da Türkiye, Suriye, Irak ve İran'dan Kürt partileri temsilcilerinin katılacağı bir kongre düzenleneceği açıkladıktan bir gün sonra hem de...

Kısaca; ABD, Rusya ve Batı "İslamcı terör"le savaş için uzlaştı. ABD ve Rusya, birbirine komşu 4 ülkedeki Kürtçü örgütleri "partner" olarak görüyor. Bizi de, "Bu savaşta hep birlikte omuz omuza olmak" veya "denklem dışında hedef ülke olmak" arasında tercihe zorluyor.

Hem Trumpist siyasal İslamcılara, hem de Putinist Avrasyacılara soruyorum: Başka seçenek var mı?