Öncelikle belirteyim ki, bu bir futbol yazısı değildir. İçinde çokça futbol, tribün vesaire geçecek ama çok kişinin görüp de, hiç kimsenin dillendirmeye cesaret edemediği bir sosyolojik olguyu anlatacağım.

Trabzonspor-Fenerbahçe maçında sahaya girerek hakemi tekme tokat döven ve şehrin kahramanı ilan edilen genç, hafta boyunca tartışıldı. Trabzonlular bu hareketi "adaletsizliğe haklı isyan" olarak meşrulaştırma çabasına girerken, diğerleri ise bu olay üzerinden koca bir ili kara listeye almak için var gücüyle tartıştı. Rahip Santoro'yu öldüren 17 yaşındaki Trabzonlu gençten başlayıp, yine 17 yaşındaki Hrant Dink'in katil zanlısı Ogün Samast'a kadar bir yığın olay hatırlatılarak "Trabzon işte bu" deme çabasına girdiler.

Geçtiğimiz yıl Rize deplasmanından dönen Fenerbahçe otobüsüne yapılan ve şans eseri faciayla sonuçlanmayan silahlı saldırının aydınlatılmaması üzerinden komplo teorileri ardı ardına geldi.

* * *

Futbol, dünyada olduğu gibi bizde de yüzlerce milyon doların havalarda uçuştuğu koca bir sektör. Bu sektörün en önemli gelir kaynağı da taraftar. Sponsorlar da, taraftarı olan takıma para veriyor bu yüzden.

Taraftar baskısı teknik direktör ve futbolcu kovduruyor, yöneticileri istifaya zorluyor yeri geliyor sırf taraftar tatmin olsun diye milyon dolarlık imzalar atılıyor.

Peki, taraftarın tribündeki övgü tezahüratları yanında tepkileri nasıl oluşuyor? Binlerce insan aynı anda nasıl karar veriyor bir futbolcuyu ya da yöneticiyi kara listeye almak veya kahraman ilan etmek için...

Tamam, sportif başarı veya başarısızlık bunda etkili oluyor ama ortada hiç birşey yokken nasıl oluyor da iklim anında değişebiliyor.

İşte burada "tribün çeteleri" devreye giriyor.

Konya'da 4 gollü galibiyetle sahadan ayrılmasına rağmen bazı futbolcular ve teknik direktör Vitor Pereira aleyhine slogan atmaya, küfretmeye nasıl karar verdi taraftarlar? Aziz Yıldırım, daha sonra düzenlediği basın toplantısında "siyah Mercedes"lerden bahsederek, üzeri örtülü bir şekilde "organize işler"i işaret etti. Belli ki Yıldırım, olayın nereden tetiklendiğini ve hangi dinamiklerin devreye girerek "duygusal" tepkileri harekete geçirdiğini biliyor. Ama açıkça söylemiyor.

Aziz Yıldırım'ın, Çağlayan Adliyesi önünde "şike kumpası" sebebiyle yaptığı basın toplantısını izleyen gazeteciler, bir önceki toplantıda sözü edilen "siyah Mercedes"in sırrını elbette biliyordu. Çünkü orada bulunan ve gazetecilere dahi küfredip çektiği fotoğrafı sildiren "mor suratlı" grup hiç yabancıları değildi. "Mor suratlı" diyorum, çünkü beslenme alışkanlıkları veya kullandıkları ilaçların etkisi olsa gerek, yüz renkleri hiç de diğer taraftarlara benzemeyen bir grup sinkaflı küfürlerle meydanda disiplini sağladı. Edilen küfürleri  Fenerbahçe yöneticileri de duydu ama tepkisiz kalmayı yeğlediler.

Basın mensupları da hiç bir şey olmamış gibi davrandığına göre, tribünler için normal bir davranıştı benim gördüğüm...

* * *

İstanbul'un kenar semtlerinde, futbol tutkunu gençlerin ortamlarında biraz dolaşınca tribün gerçeğini öğrenmeniz hiç de zor olmuyor. Passolig aracılığıyla alınan e-bilete rağmen kimin hangi tribünlerde oturacağına bu gruplar karar veriyor. Yapılacak tezahüratlara da... Kime tepki gösterileceğine, kimin alkışlanacağına, kimin trübüne çağrılacağına da...

Büyük takımlarda tribünleri işte bu gruplar yönetiyor.

Spor tarihinin en centilmen kulüp başkanlarından Süleyman Seba'ya bile küfreden bir yapıdan söz ediyoruz. Seba'nın ardından Serdar Bilgili'yi, onun ardından Yıldırım Demirören'i de hedef alıp, başkanlığa veda edene kadar huzur vermeyen bir yapı... Yani hiç de yeni olmayan ve giderek de kök salan bir yapı...

Galatasaray'da, Sabri Sarıoğlu'nu birden hedef tahtasına koyup, istenmeyen adam ilan edenler de tribündeki bir grup...

Nasıl organize oluyorlar, kararlarını neye göre alıyorlar işte orası ayrı bir inceleme konusu. Aziz Yıldırım'ın "siyah Mercedes" tiyosundan yola çıkarak kısa sürede ortaya konulabilecek bir organizasyon olduğu muhakkak.

40-50 binlik stadlar yapılmasına rağmen tribünlerdeki seyirci sayısının giderek azalmasının altında da "tribün terörü" yani bu çeteler yatıyor.

Spor basını da biliyor aslında neyin ne olduğunu.

Ama her maçı staddan takip eden kulüp muhabirleri ve spor yazarları, bu acı gerçeği dillendirecek kadar güven içerisinde hissetmiyor kendisini.

Neden mi?

Daha önce Ahmet Çakar'a, Hıncal Uluç'a vs. yapılan saldırıları ve sonucunu hatırlayın. Ahmet Hakan Coşkun'a atılan dayağı da üzerine ekleyin. Nedenini sonra konuşalım...