“Bahar eyyâmıdır ey dil figân-ı aşkı müzdâd et

Misâl-i andelîb ol gül ruhun bâğında feryâd et

………..

Unutma kûşe-i hicrânda bu vehbî-yi mahzûnu

Peyâm-ı vuslatınla gâhice yâd eyleyüp şâd et”

Bir bahar günü, Sümbülzade Vehbi’den söz edeceğim.  18. Yüzyıl Osmanlı şairleri arasında, renkli kişiliği ile tanınmış, adı halkın dudaklarda hep bir hınzır gülümseme bırakmıştı.  

Vehbi’nin 1718 yılında Maraş’ta doğduğu sanılıyor. Dedesi Maraş'ın ünlü müftülerinden Mehmet Efendi, babası da şair Reşit Efendi'ymiş.

Asıl adı Mehmet olan Vehbî'nin çocukluk ve gençliği Maraş'ta geçmiş, medrese eğitiminden sonra İstanbul'a gelmiş. Rumeli kaleminde çalışırken kadılık görevine getirilmiştir. Dönemin şairleriyle arkadaş olmuş. Yaş, Bükreş, Eflâk, Boğdan ve Siroz gibi yerlerde uzunca bir süre kadılıklarda bulunmuş.

Kendisine devletin resmi yazışmalarını düzenleme görevi verilmiş, 1768 Rus seferi sırasında mali işler sınıfına atanmış. 1775 yılında I. Abdülhamid tarafından İran'a elçi olarak gönderilmiş. Bağdat Valisi Ömer Paşa'nın Padişaha ulaştırdığı olumsuz rapor üzerine Vehbî'nin idamına karar kılınmış. Yakın dostlarının yardımlarıyla Padişaha kendisini affettirmiş ve dönemin Sadrazamı Halil Hamit Paşa'nın yardımıyla tekrar kadılık görevine dönmüş.

Eski Zağra'da görevli olduğu sırada çok kötü olaylar yaşamış, bir süre tutuklu kalmış. Ancak dönemin Padişahı III. Selim'e sunduğu “Divan” sonrası affedilmiş, önce Manisa'ya sonra Siroz'a kadı olarak atanmış. En son Manastır ve Bolu'da kadılık yapmış. Bolu'dan sonra İstanbul'a dönen, şair, nikris (mafsal romatizması) hastalığına yakalanmış yatağa düşmüş, gözleri görmez olmuş ve bilincini kaybetmiş.  29 Nisan 1809 tarihinde ölmüş.

Sümbülzade Vehbi, divan edebiyatı sanatlarından “rücu”ya en çok örnek gösterilen bir şair. Rücu ne demek? Sözcük anlamına “dönmek” diyebiliriz. Sanat olarak, Bir düşünceyi daha güçlü anlatmak için, söylenen sözden döner gibi davranmaya deniyor. Sanatçı; nükte, üzüntü, sevinç, heyecan, dehşet gibi durumlarında anlatımı daha güçlü ve canlı kılmak için bu sanata başvuruyor. Bir başka anlatımla mesajının ilk dizede tahmin edilenden çok farklı olduğunu ikinci dizede anlatıyor.

Yazımın başında Sümbülzade’nin adı anlınca dudaklarda hınzır bir gülümsemenin belirdiğini yazdım. Nedeni sözünün ettiğim “rücu” sanatından kaynaklanıyor.

Bir örnek versem mi vermesem mi diye inanın çok düşündüm. Ezildim, büzüldüm. Ya ikinci dizeyi okumadan ilk dize ile hakkımda “erotinekon” örgütünün üyesi diye hakkımda karar verilirse diye ödüm koptu. Ama ömrünüzün altmışlı yıllarını ortalamışsanız dikkat etmeniz gerekiyor.  Kaldı ki şiiri yazan ben değilim. O bir Osmanlı dönemi kadısı. Ben yalnızca nakilciyim. Ne derece doğru bilemem: Söylenceye göre, padişahın “bana öyle bir beyit söyle ki ilk satırın sonunda ‘cellat’ diye bağırırken ikinci satırın sonunda sana bir altın kese atayım” emri üzerine Vehbi, divan edebiyatının en güzel ve en eğlenceli “rücû” örneğini yazmış. Şiirin tamamını merak edenler girip internetten okusunlar. Ben onlara yol göstermek için bir kaç beytini örnek vereyim, istedim ama korktum. Bağışlayın.