Pîr Sultan'ın bilinebildiği kadar gerçek hayat hikâyesinin dışında, bir de menkıbevi yaşam öyküsü oluşmuş. Kitapta yer alan öykülerden, birini sunmak istiyoruz:

Pîr Sultan'ın asıl adı Haydar'mış. Sivas'ın Banaz köyünde doğmuş. Emekleme, yürüme, koşup oynama derken, yedi yaşına ulaşmış.

Haydar'ın babası bir gün koyunları alıp yaymasını istemiş. Yıldız Dağı eteklerinde sürüyü otlatırken, çocuk bedeni yorulmuş. Başını bir taşın üzerine koyar koymaz, uyuya kalmış. Çok geçmeden kendini düş ortamının içinde bulmuş. Bir elinde dolu, bir elinde kızıl elma bir ak saçlı, aksakallı ihtiyar karşısında durmaktaymış. İhtiyar önce elindeki doluyu uzatmış ve içmesini istemiş. Haydar "dolu"yu içer içmez,  cümle damarına bir ateş yürümüş. Yanmış, tutuşmuş. İhtiyar kişi bu kez elindeki elmayı uzatmış. Haydar, elmayı almak için uzandığında, ihtiyarın elinde parıl parıl balkıyan bir yeşil ben görmüş. Bu benden anlamış ki, bu ak saçlı, ak sakallı ihtiyar kişi Hacı Bektaş Veli'dir. Hemen sarılıp elini öpmüş.

Koca Hünkar, elini Haydar'ın omzuna koymuş:

"Oğul!"demiş: "Bundan böyle senin adın Pîr Sultan olsun. Ünün yedi iklim dört köşeye yayılsın ve yüzyıllar sonrasında da yaşasın. Sazın sazlara, sözün sözlere baş olsun. Yasın, mühür gözlere yaş olsun! Gönül ateşinden sönücü, doğru bildiğin yoldan, ehlibeyt sevgisinden dönücü olmayasın. Oğul, oğul! Adını vermek benden, yol ehli olmak senden, yaşını vermek yüce Tanrı'dan" demiş ve gözden kaybolmuş.

Haydar bu kutlu düşler içinde uyuya dursun, geliniz biz haberi köyden verelim:

Gün dolanmış akşam olmuş. Ay dolanmış şavkıması Yıldız Dağı'nın eteklerine yansımış. Çobansız kalan sürü dört bir yana dağılmış. Koyunlardan bazıları yolu bulup, kendi kendilerine köye dönmüş. Köylü uzun süre Haydar çocuğu beklemiş:

"Çocuk işte, görkü hangi kuşun peşine düştü. Şimdi çıkar gelir" derlermiş. Ancak zaman geçmiş, çevreyi zifiri karanlık kaplamış. Ne gelen, ne giden varmış. Meraklanmışlar, giderek telaşlanmışlar. Sabaha karşı, bu işte bir iş var, demişler. Konu komşu toplanıp Haydar'ı aramak için yollara düşmüşler:

"Haydar! Haydar!" Yanım yanım yankılanıyormuş dört bir yandan. Haydar'dan ne ses, ne nefes varmış. Yıldız dağının eteğine ulaştıklarında şaşıp kalmışlar.

Haydar çimenliğin üstende, bir taşa baş koymuş, kendinden geçmiş yatmaktaymış. Banaz'ın güngörmüş aksakalları, önce sese ses vermeden bu kendinden geçmişliğin, sıradan bir haylazlık, ya da uyku olmadığını anlamışlar.

Haydar kanatlarını açmış, melekler, kelebekler örneği, sanki bir başka dünyada bahtının rüzgârı önünde sermest gezinir gibiymiş. Köyün aksakallarından biri:

"Durun hele komşular" demiş. "Bu çocuğun durumu, sizin bildiğiniz durumlardan değil. Pîr elinden dolu içmişe benziyor. Şunun eline bir saz verin de bir bakalım. Bize hangi dilden söyleyecek."

Bulmuş buluşturmuş, uyanan Haydar'ın kucağına sazı bırakmışlar. Haydar almış sazı eline, bastırmış sinesine, vurmuş tezenesini tellerine. Aman Allah! Sazın ve sözün nağmesi bülbüller gibi şakımış, çağlayanlar gibi çağlamış akmış. Sanki kırk yıllık usta bir âşıkmış. Haydar, can gözüyle gördüklerini, dil sözüyle öyle bir söylemişler ki, orada bulunanlar ağızları açık dinlemişler?

"Pîrim bana ismimi bağışladı
Deftere yazıldım bir dün içinde
On iki kapılı şehre uğradım
Yedi derya geçtim bir dün içinde"

Haydar daha sonra başka makamlardan başka ayaklardan haber vermiş:

"Artık Pîr Sultan'sın  yola gir hoş ol
Erenler yoluna döş olma düş ol
Geç dünya malından sen de derviş ol
Dünyada dervişe sultan dediler..."

Kurt mu yedi, kuşlara yem mi oldu diye korku içinde sabahın köründe yola düşen Banazlılar, anlamışlar ki, Haydar, yazda yabanda bir taşa değil, erenler yoluna baş koymuş. Yedi yaşındaki Haydar artık Pîr Sultan'mış. Henüz çocukluğunu, kanının deliliğini yaşamadan Hacı Bektaş'ın izinde bir hak aşığı oluvermiş.