Son dönemde İslâm dininin emirleri ile Müslümanların yaşantıları arasındaki farklılıklar çok tartışılıyor. Akademisyenliği yanında kültür ve gönül adamlığı vasıflarıyla da tanınan Prof. Dr. Sadettin Ökten hoca ile İslâmi hayatı ve tecrübelerini konuştuk.

Son zamanlarda 'İslam, müslümanlar nasıl yaşamalı?', 'Dinin emirleri Müslümanlar tarafından hayata nasıl aksettiriliyor?', 'Hayatımızda edeb ve ahlâk nerde?' ve benzeri soruların cevaplarını, akademik, kültür ve gönül adamlığı vasıfları ile tanıdığımız Prof. Dr. Sadettin Ökten Hoca ile konuştuk.  İlim adamlığı, tasavvufa, kültüre, sanata, musikiye aşinalığı yanında yazdığı farklı konu başlıklarındaki kitapları, verdiği konferansları ve yetiştirdiği öğrencileri ve mütevazı kimliği ile Ökten Hoca'nın bizler ile paylaştıkları bilgi ve tecrübelerini ilgi ile okuyacaksınız.

Yıllardır ilim, kültür, sanat, musıki ve akademik hayatının içerisindesiniz. Ana etken ve unsurlar nelerdir?

Aslında bizi biz yapan ana iki mekan vardı. Cami ve tekke. Tabii ki bu ana  iki merkez birbirinden ayrı değil. Halik ü zülcelal var. Onun sıfatları var, Onun zatı var.  Murad ı ilahisi var, tecellisi var. Tabii biz bu Halik ü Zülcelal'i, çok muhterem, çok aziz bir insan ile tanıyoruz, biliyoruz, O da Cenab ı Peygamer'dir. Yani gerek evde aldığım, gerek cami ağırlıklı aldığım, daha sonra tekkede aldığım, bu arada İstanbul'daki camilere devam ederek dinlediğim, bütün mevlidhanlar, duahanlar, Peygamber Efendimiz'e o ali makamı, gönüllerimize altı çizilerek, işte biz böyle bir şahıs, böyle bir insan ile tanıştık. Cenab ı Allah, Onun zatını, sıfatlarını, kudretini ve her vasfını ve tabii ki bizlerden istediğini, Onun üzerinden öğrendik, böyle bir anlayış içinde yaşadık.



SÖYLEDİĞİNİ YAŞAYAN İNSANIN HALİ, SİZE TESİR EDER

Bu maneviyat ve bir manada da medeniyet ve kültür oluşumunun da merkezi olan bu mekanlar, insanlara ne tür bir bakış açısı veriyor?

Bunun özünde ne var? İslam'ın beş şartı, bunu herkes biliyor. Bunları nasıl yapmamız gerekiyor, muhabbet ile. Ve bir diğer önemli madde de, haddini aşmamak, haddini bilmek. İşte onun da esası evlerde yaşanan edeb ile olurdu, tekkelerde olur ve yaşanır, oradan da hayata taşınırdı. Peki edebden ne anlıyoruz? İşte o Peygamber Efendimiz'in sünnet üzere çizdiği sınırlara riayet etmek, Onun varislerini yani, manevi evlatlarının çizdiği sınırlara, tavra riayet etmek. Ama burada en mühim esas söylemek değil, yapmak, uygulamaktır. Söylediğini yaşamak ve uygulamak esas olan. Evlerimizde, muhitlerimizde söylenenler uygulanırdı ve bizler de hem dinler, hem de görürdük ve bize en iyi örnek de, hayat düsturu olarak da, o insanların hayatları esastı. Esas olan da zaten bu değil mi, yaşayan insanın hali, size tesir eder ve sirayet eder. O kişinin sözünün tesiri oluyor, çünkü kendisi yapıyor ve örnek oluyor size. Buna yaşayan İslam yani hayatın her anında, daim olan bir İslam.

İSLAM DÜNYASININ KENDİSİNİ BİLMEYE İHTİYACI VAR!

İslam dünyası ve müslümanların eksikliği nereden kaynaklanıyor?

Yaşımız ilerlediği zaman, biraz dünyayı gezmeye başlayınca, kitaplar okumaya ve biraz da düşünmeye başlayınca şunu gördüm; İslam dünyasının, hiçbir şeye ihtiyacı yok. İslam Dünyasının, kendini bilmeye ihtiyacı var. Kendini bilmediği için, kendini tanıyamadığı için, o boşluğa modernizmin ürünleri doluyor ve dolayısıyla parçalanmış, çarpılmış, savrulmuş, bilinçsiz bir İslam dünyası ortaya çıkıyor. Ve bu halen devam ediyor. Yoksa İslam dünyası kendini bilse, mesela kanaat ehli olsa, israf etmese, modernizmin ana çatısını çökertir. Siz modernizmin tüketim kültürüne bağımlı olmak yerine, siz Allah'a bağımlı olun, O sizi doyurur zaten. Zaten bütün problem şu; Modernizm,  dünyaya hakim mi, yoksa hakim olmuş algısını mı uyandırıyor? Özellikle bu elektronik döneminden sonra, algı yönetimi çok etkili hale geldi.

İNSAN HER ZAMAN, EŞREF İ MAHLUKATTIR. BİZ NİYET ETMELİ VE BİR ADIM ATMALIYIZ!

Çözüm nedir, ne yapılmalı ki, bu atıl ve dramatik durumdan kurtulunsun?

Peki 'bu toplum nasıl kurtulur?' diye soruyorlar. 'Bana ne diyorum!'. 'Ben kendime bakıyorum, sen de kendine bak diyorum!'.  Bir diğeri de kendine baksın. Zaten herkes başkasına bakıyor. Biz kendimize bakacağız. Siz kendinize bakarsanız, içiniz de dışınız da güzel olursa. Nasıl her insanın yemeye, içmeye ihtiyacı var ise, her insanın da güzele ihtiyacı var. Suyu buluyor insan, su ayağına gelmiyor insanın. İnsan, avam, toplum olarak siz talep edeceksiniz, gayret edeceksiniz. Her insanın içinde olan o güzeli gördüğünüz zaman, zaten mıknatıs gibi çekiyor zaten sizi. Kendiniz yapacaksınız, kendimiz yapacağız, dışarı bakmayın! İnsan 'Halifetullah'tır. İnsan, 'Eşref i mahlukat'tır. Ve bu hep vardı ve var olacak. İçimizde. Ama biz hep ısrarla kapatıyoruz. Biz bir adım atsak, o bize on adım gelecek. Neden? Cehaletimizden, 'Nefsi emmare'mizden.  Nefsin en aşağısıdır ve herşeyi ister, doymaz. Ama kurtulamıyoruz, ondan. Malumunuzdur ki; Efendimiz buyurdular 'Şimdi küçük cihaddan, büyük cihada geçiyoruz!' Nedir o? Nefis ile cihad. Ama modernitede ne var, 'Ego', 'Benlik' var. Bu nefis ile cihad etmeliyiz. Allah'ın yardımı, Peygamber Efendimizin şefaatleri ve erenlerin himmeti ile kurtulabiliriz inşallah.

KALBEN İMAN ETMİŞ İSENİZ ALLAH SİZİ BIRAKMAZ!

 Sosyal hayatımız içinde, kültür ve sanatın yeri ve önemi nedir? Kültür nasıl algılanmalı?

Kültürü din inşaa eder. Bütün dinler bir dünya tasavvurudur. Bu tasavvurun içinde insan da vardır. Modernite de bir dünya tasavvurudur. O tasavvurun içinde de insan da vardır. Yalnız, modernitede yani sadece akla dayanan bir dünya tasavvuru olduğu için, akıl ötesindeki sahalarda konuşmaz konuşamaz. Haddini bilir! Konuştuğu zaman fantezi yapar. İnsan o da lazımdır, bir manada. Görülmüştür ki, modern dünyada yaşayan insan mistik bir boyuta da muhtaç. Dinleri hoşgörü ile ele alıyor ama bu din, kanadı kolu budanmış bir dindir. Modernite dini kendi emellerine hizmet ettiği sürece budayarak yaşatır.  Bunu Hristiyanlıkta denediler ama insanlar arayışa girdi şimdi. Çünkü modernitenin istediği ve sınırlarını çizdiği din anlayışı, insana yetmemeye başladı. Ama bunu şimdi de İslam'da yapmaya başladılar. Ama İslam karşı çıkıyor ve karşı duruyor. Bu nedenle de İslam'a ve Müslümanlara karşı, modernite bir duruş sergiliyor. Burada kayıplar ile birlikte, insanların gözlerinin açılmasına ve farkında olunmasına da sebep oluyor, modernitenin yaptıkları ve uygulamaları ile.  Ama bir Müslüman ideal iman sahibi olmalı. Kur'an, Peygamber ve sünnette iman sabit kadem olmalıdır.  Bu çağda bu olur mu? Olur. Ama ne kadarını yapabiliyor bu ayrı bir konu. Allah'a inanmayan, Hz. Peygamber'in ümmeti olmayan bir zihniyetin,  dışı hep antitezdir. Ama bir Müslüman bizatihi bir tezdir. Çünkü, onun antiteze ihtiyacı yoktur. O vazifelidir. Gerçekten kalben iman etmiş ise, Allah onu bırakmaz. O bir şey yapmıyor, Allah onu bırakmıyor. Gittiği her yerde vardır ve tektir O.  Ama ötekini, daima gittiği heryerde kendini tanıtmak için bir refereye ihtiyacı vardır. Mesele biziz, biz nasıl olmalıyız, iman ve teslimiyet meselesi. Biz  nasıl iman etmeliyiz ve nasıl yaşamalıyız?...

KİTAP OKUMAYAN İNSANIN, KAVRAM DÜNYASI YOK OLUYOR

İlim, bilgi ve sanat ile ne kadar meşgul oluyorsunuz?



Herkesin elinde telefon, internet var. Dini hassasiyetleri hiç karıştırmadan şöyle bir soru soruyorum: 'Herkes baksın kendine ve bir de kıstas koyalım... İlimle, bilgiyle ve ne kadar meşgul oluyorum? Felsefeyle, sanatla ne kadar meşgulüm? Bu sırada bu aletleri, ne mertebede kullanıyorum? Yahut malayini ile ne kadar meşgul oluyorum?...'' Bunun bir grafiğini yapın, bir tespit yapın. Göreceksiniz nasıl bir sonuç ile karşı karşıyasınız. Halbu ki süzülmüş bir kitap okusanız... O kitabı hayatın farklı evrelerinde, tekrar tekrar okusanız, size oradan çok entresan bir birikim gelecek. Şimdi insanlar kitap okuyamıyorlar.

Ülkemizde neden yeterli derecede kitap okunmuyor?

Ben bunu bazı dostlarımda denedim, neden okuyamıyorlar diye merak ettim. Beyin sanki, bir denizanası gibi olmuş, bütün kıvrımları adeta kaybolmuş, düz bir satıh haline gelmiş. Beynin cevvaliyeti yok olmuş. Hemen sıkılıyorlar. Onlar avantür, biraz daha ilerisi, yani 'görsel' lazım. Böyle olunca da,  bütün kavram dünyası yok oluyor. Zaten, istenen de o. Birileri pragmatist, kapitalist Amerika'da düşünüyor, bütün insanların yerine düşünüyor. Onlar üretiyorlar. Çok üstte bir kaymak tabakası var, onlar yönlendiriyorlar. Onların ürettiği pür bilim ve hikmet, Amerikan siyasasında kullanılıyor, bunları üretenler de, üretmekten zevk alıyorlar. Kullanıldığı yeri bilseler de ses çıkaramıyorlar.. Her medeniyetin insanı var.; bunu farklı bir dünyaya girdiğiniz zaman görüyorsunuz. İnsan;  farkları fark eden bir varlık, mutlak bilgisi yok. Dolayısıyla kendi medeniyetinin insanını fark etmek için, bir başka medeniyetin insanını tanımak lazım. Peygamber Efendimiz 'adem yaratılmadan öncede, Ben vardım' diyor. Bu insanın tarifi mi? Yoksa, metafizik bir şeyden mi bahsediliyor? İslam, 'İlk yaratılan nur, Peygamberimizin nurudur.' Diyor. Aradaki somut ögeleri (zamanın getirdiklerini) kaldırıp soyuta, öze yani değerlere inelim. Onu ancak, o sayede soyut değer düzleminde tanıyabiliriz. Sonra değer ve onun uygulamasını alıp hayatımıza, bugüne tatbik ederiz.

PROF. DR. SADETTİN ÖKTEN KİMDİR?



İlim, kültür, sanat, musıki ve gönül insanı olan Sadettin Ökten, 1942 yılında İstanbul'da doğdu. 1959'da Vefa Lisesi'ni bitirdi. 1964'te İTÜ İnşaat Fakültesi'nden mezun oldu. Aynı yıl İTÜ Mimarlık Fakültesi'ne asistan olarak kabul edildi. 1971-73 yıllarında ABD'de misafir doktora öğrencisi olarak bulundu. Askerlik görevini 1974-75 yıllarında Genelkurmay Bilgi İşlem Dairesi'nde tamamladı. 1977'de doktor unvanını aldı. 1979-80 akademik yılında Belçika'da bilimsel araştırmalar yaptı. 1982 yılında doçentliğe yükseltildi. 1985'te Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ne geçti. 1989'da profesörlüğe yükseltildi. 2004 yılında kendi isteği ile emekliye ayrıldı. Sadettin Ökten, yapı mühendisliği alanındaki eğitim-öğretim ve araştırma faaliyetlerinin yanında proje düzeyinde mesleki uygulamalar da yapmış ve yapmaktadır. Ayrıca bilim tarihi ve felsefesi, kültür, medeniyet ve sanat alanlarında özel ilgi sahibidir. Bu konudaki çalışmalarını farklı üniversitelerde verdiği Bilim Tarihi, Yapı Teknolojisi Tarihi, Kent Kültürü ve Kent Estetiği dersleri ile değerlendirmiştir. Halen mesleki faaliyetinin yanı sıra kültür ve sanat alanındaki ilgilerini de sürdürmektedir. Yazdığı kitapları ve verdiği konferansları ile kültür alemimize çok yönlü hizmetlerini sürdürmektedir.