Elbette ukalalık hoşa gitmez. Benim yazdıklarım da çoğu kimselerin hoşuna gitmiyor.

Şiir kimimiz için bir tutku. Kadını sever gibi. İçkiyi sever gibi. Sigarayı parmaklarına kahverengi izlerle yapıştırır gibi. Kimimiz için bir "soluk". Bazen bir yaşam biçimi. Kimimizin yaşlı gözlerden akıttığı yaşların toplandığı bir kap.

Bir martının uçuşu, denizin köpüğüdür. Boğaziçi'nde dinmiş lodosların uğultusu içinde bir yalı. Bir ananın çocuklarının dönüşünü bekleyişi. Bir bulut, bir vapur düdüğü. Bir liseli kız. Bir ut bir tambur, bir keman. Ekmek kavgası, ekmek kaygısı. Hasılı şiir, hayatın özüdür, kendisidir.

Bir küçük istasyondur. Giden gemi, sallanan bir mendildir. Hayallerimizdir. Rüyalarımızdır. Gençliğimiz, yenilgilerimiz, hüsranlarımızdır. Şiir uzaya, gönüllere sığmayandır. Şiir zaman zaman gerçeğin kendisidir. Zaman - zaman bulutlar ülkesidir. Şiir bir tokat, bir yakarıştır. Şiir vuslattır, özlemdir. Hepsinin ötesi şiir yürektir yürek!

"Şiir nedir?" sorusunu bir yana bırakıp, özgün şiirin ne olabileceği irdeleyebiliriz. Kendine özgü bir dil ya da söyleminin varlığını, müzik ve sesle yakın ilişkisini, estetik bir etkileme gücünün olmasını araştırabiliriz.

Şiir öyle bir musikidir ki onun çalgısı dildir. Ona ulusal çalgıyla çalınan bir ezgi diyebilirsiniz.

Şiirin mayası "aşk"tır. Bu sevgilinin aşkı, vatanın aşkı, ana, baba, kardeş, memleket, doğa yani hemen her şeyin aşkı olabilir. Aşk olmadan pişen şiir mayasız hamurun ekmeği gibi kara, kuru, tatsız olur. Şiir bir musiki ise, aşk orada orkestra şefidir.

Bir başka anlatımla, şiir yürekten gelir, insanın canı istediği zaman yazılmaz. Yürekte bir şeyler duyulduğu zaman yazılır. Kimi şair bunu yaparken kafiyeye önem verir.  Bu bize şiirin bir özelliğinin  bir şeyler anlatırken, anlatıma güç ve güzellik vererek, güzel söz söyleme sanatı olduğunu gösterir.

Şiir Leandr'ın dediğince "Güzelliğin nefes alışı" dır.

Baudelaire; "Şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği özlemesidir. Bu ilke bir coşkunlukla, bir ruh taşkınlığında kendini gösterir. Bu coşkunluk, aklın yoğurduğu gerçeğin dışındadır" derken. Aragon ise, "Şiir sanatı, eksiklikleri güzelliklere çeviren bir simya bilimidir" demekte.

Şiirin "güzeli", "daha güzeli" "en güzellerinden birisi" gibi değerlendirmeler yapılabilir ama şiirin "çirkini, kötüsü" olmaz. Yani, "çirkin ve kötü şiir" şiir değildir.

Şiir yazmanın öğretilemeyeceği söylenilir.  Bu yargı doğrudur. Ancak, bu yazılmamış şiirler için geçerlidir. Yazılmış, okuyucuyla buluşmuş şiirlerin nasıl yazıldığı öğretilebilir ve öğrenilebilir. Öğretilir ya da öğrenilirken birkaç hususun altını çizdiğimiz olur.

İmgeden söz edebiliriz:

Düş ve hayal gücüne imge deniliyor. İmge, şiirde anlama ulaşma yolunu daha etkili ve canlı hale getiren, anlamla başka şeyler arasında ilinti kuran bir hayal, zihinde canlandırma biçimidir. İnsan yaşantısını şiirleştirmek imgeye düşer. O zaman şair kullandığı sözcüklerle algıların zihindeki bazı resimlerle eşleşmesini sağlar. İmge bir bakıma anlam yolculuğunun bizde bıraktığı güzel manzaradır.

Uyak yani kafiye ve ses unsurlarını göz önünde bulundurmak gerekir:

Ne tür şiir yazılırsa yazılsın ses ve uyak şiirin vazgeçilmez öğelerindendir. Günümüz şiirinde halk ve divan şiiri örneklerinde olduğu gibi sistemli bir vezin ve uyak kullanılmasa da şiire serpiştirilen ve düzenli olmayan ses benzeşmeleri şiiri canlı tutmanın gereğidir. Şiirde kullanılan redif, zengin uyak, tam uyak ve yarım uyak ile içses uyumu şiirin daha kolay akılda kalmasını, akıcılığı sağlar.

Şiirin bir anlamı bir mesajı olmalı fikrini savunabiliriz:

Şiiri düzyazıdan ayırtan dilsel özelliklerden en önemlisi, anlamın düzyazıda açık seçik olması, şiirde ise dolaylı olmasıdır. Düzyazı bir metinde anlam hazır olarak vardır. Yani, gösteren-gösterilen ilişkisi açıktır. Şiirse kendi anlamını kendi üretir. Şiirde her okurun bir anlam çıkarmasından söz edebiliriz.