Candan öte bir can daha vardır desem, pek çoğunuz “evladınızdır,” dersiniz. Evlat, asla vaz geçilmeyecek kadar değerli sevgilidir. Her ağacın bir meyvesi vardır. Gönlün meyvesi da çocuktur.

Size önce hikâyesini,  sonra şiiri arkasından da acılı babanın kim olduğunu yazayım:

“ ……  Belki birlikte bahçeye çıkıp, o en sevdiği ağacın altında bile oturabilirlerdi. Bakıcısıyla birlikte masa ve sandalyeleri ağacın altına taşımışlardı.

İçeriye girdiğinde odanın kalın perdesi boydan boya kapalıydı. Hiçbir şey tam seçilemiyordu.

Kapının ağzında bekledi, biraz alışınca da usulca yatağın üstüne eğildi. Sanki tüm gece boyunca uyku girmemiş yanağının kıvrımlarından gözyaşı dökülmüş, kısık iki gözle karşılaştı. Kızı perişan görünüyordu.

Gözleri yaşardı. Bu halini kızının görmesini istemiyordu. Usulca eğildi ve dudaklarını alnına koydu.

 Dudakları kızının alnında öylece bekledi. Derin derin nefeslerle kokusunu içine çekti.

Hep anıları canlanıyor gözlerinin önünde geliyordu.   İlk kızlarını daha bebekken havaleden kaybetmişlerdi. Eşiyle birlikte bu üzüntüyü atlatamamışlar, neredeyse yıllarca birbirleriyle konuşmamışlardı.

Her ikisi de bu ölümden birbirlerine karşı suçluluk duyuyorlardı. Acılarını büyütmemek için sessizce yaşayıp gidiyorlardı.

Ta ki yeniden çok sahibi olmak istemelerine kadar. Kız eliyle babasının kolunu tuttu.

 Ancak babası dudaklarını kızının alnından ayırmadı. Ama biraz daha öyle durursa gözyaşları kızının alnına düşecek ve ağladığı anlaşılacaktı.

Başını kaldırmadan boştaki elinin parmaklarıyla gözyaşlarını sildi

O kadar bitkin düşmüştü ki gülümsemek isterken bile yanakları bu isteğine cevap veremiyordu. Çok kısık bir sesle:                                           

“Dün gece annemi rüyamda gördüm baba.” diyebildi. Babası ses çıkarmadan iç çekti . Gözlerini yerden kaldırmadı. Kızı devam etti.

“İlk kez bu kadar çok güldüğünü gördüm. Gel sana sarılayım diyordu.”

Babasının iç çekişi hıçkırıklara dönüştü. Eşini bir yıl önce, kızı henüz yeni hastalandığında kaybetmişti. Aniden ateşli bir hastalığa tutulmuş ancak tüm ısrarlara rağmen tedavi olmayı reddetmiş adeta ölümü beklemişti.

Kızı güçlükle konuştu:

“Annemin öldüğü günü hatırlıyorum. Günlerce ağlamıştın.”

Babasının hıçkırıkları daha da arttı.

«Senden bir şey istiyorum babacığım.” diye devam etti kız.

Babası ne istersen iste yeter ki sana bir şey olmasın der gibi başını salladı. Kızı:

“Ben öldükten sonra ağlamayacaksın. Gözünden bir damla yaş bile düşmeyecek anlaştık mı? Bunu benim için yapabilir misin?” dedi

Babası imkansızı isteyen kızına baktı. Sora başını eğip elleriyle gözünü kapattı. Sonra, bak sana söz veriyorum asla ağlamayacağım, der gibi kızının yüzüne baktı.

Kız çok zor nefes alıyordu. Adeta soluğu durmak üzereydi. Birkaç saniye içinde de nefes alışverişleri kesildi. Başı yana düştü.

Baba hıçkırıklar içinde kızını kucağına aldı. Kızın cansız bedeni halen daha ateşler içerisindeydi. Buna rağmen kızını battaniyeye sardı. Üşümesinden korkuyordu. Evin kapısını dirseğiyle açıp bahçeye çıktı. Kızını sandalyeye oturtup, üstünü sıkıca battaniyeyle örttü. Hıçkırıklarla ağlamaya başladı

Başını kaldırıp kızının o güzel yüzüne bir kez daha baktı. O zaman bu sözler döküldü.

“Hani o bırakıp giderken seni

Bu öksüz tavrını takmayacaktın?

Alnına koyarken veda buseni

Yüzüme bu türlü bakmayacaktın?

Hani ey gözlerim bu son vedada,

Yolunu kaybeden yolcunun dağda

Birini çağırmak için imdada

Yaktığı ateşi yakmayacaktın

Gelse de en acı sözler dilime

Uçacak sanırdım birkaç kelime...

Bir alev halinde düştün elime

Hani ey gözyaşım akmayacaktın

Veda Busesi, Şair Orhan Seyfi Orhon' un kızı için yazdığı Yusuf Nalkesen' in bestelediği şiirdi. Bu şiir hep sözleri iki aşığın birbirine yazığı şiir olarak algılandı. Hatta aynı isimle çekilen Yeşilçam filminde bile iki aşık arasında geçen hikâye anlatılmıştı.

Orhan Seyfi Orhon hakkında bilgiyi yarın vereceğim.