Ömrünün çoğu gurbette geçen Refik Başaran, 1935'li yılların başında eşi ve çocukları ile Ankara'ya göçmek istedi. Fakat karısı razı olmadı. Bunun üzerine bir daha dönmemek üzere köyünden ayrıldı. 1935-45 yılları arasında Ankara'da han köşelerinde sıkıntı, efkâr, özlem ve çileyle yoğrulmuş bir şekilde yaşadı. Nallıhan, Bâlâ ve Ayaş'ın köylerinde kısa süreli evlilikler yaptı.  1945'de düğün için gittiği Ayaş'ın Anayurt köyüne yerleşmeye karar verdi. 
 Refik Başaran, doğup büyüdüğü yerlerde birer türkü sevdalısı olan Nevşehirli Cafer, Avanoslu Selahattin, Ürgüplü Fadime, Ürgüplü Şevket Uçar, Nevşehirli Şerif Çopur, Ürgüplü Kamil, Nevşehirli Mıstık Maviş, Ürgüplü Ali, Ürgüplü Âşık Mehmet ve Nevşehirli Misali gibi yerel sanatçılardan etkileniyor, onlardan öğrendiği türküleri plak yapıyordu. Plağa okuduğu bir ağıt şöyleydi: 
    "Ayvalı'nın kara taşı
    Yandı ciğerimin başı
    Emin Hacı'nın gardaşı
    Uyan Hacı Bey'im uyan."
    
"Şen Olasın Ürgüp - Refik Başaran-Hayatı-Türküleri" adıyla bir kitap hazırlayana Gürbüz Sapmaz, sanatkâra Atatürk tarafından "Başaran" soyadının verilmesiyle ilgili şu bilgiyi veriyor:

"Ankara'da Hacer Buluş, Safiye Ayla gibi dönemin sevilen sanatkârlarının katıldığı, Atatürk için verilen bir konsere Refik Başaran'da çağırılmış, konser sonunda ulu önder sanatkârı çok beğenmiş, kendisine "Başaran" soy ismini vermiştir" 

Refik Başaran, halkın sesini ve müziğini taş plaklar aracılığı ile ülke geneline yayan ilk yerel sanatçılardan biriydi. 

1930'lu yılların batı müziği ağırlıklı kültür politikalarının yarattığı sıkıntıları halkın gönlünden silmiş, duygulu, yumuşak, içli sesiyle taş plak piyasasında en çok tüketilen sanatçılarından birisi olmuştu.

Refik Başaran'ın ilk plağında yer alan "Tokat yöresinde yaylayamadım" adlı türkü yer almıştı.  

Refik Başaran'ın türkülerinde inceden inceye ayrılık ve hasretlik duyguları kendini hissettiriyor, bunu neye bağlıyoruz? Bir de yerel sanatçı olarak Refik Başaran'ın Türk halk müziği içinde yeri neresidir? Bu sorulara şu yanıtı verebiliriz? 

Refik Başaran plak yapmak için sık sık İstanbul'a gidip köyünden ayrı kalmış ve sıla özlemi çekmiştir. Bunun için söylemiş, olduğu sözlü ezgilerde Hasretlik ve Ayrılık temalarını ağırlıklı olarak işlemiştir"

Refik Başaran, Ürgüp Nevşehir yöresinin oldukça zengin mahalli müziğini başarıyla yorumlayan sanatçılardan biri.  O ülke genelinde isim yapmış mahalli sanatçılar kuşağının yaşadığı dönem itibariyle en önde gelenlerinden. Onun sazından ve sesinden dökülen her nağme, her türkü, renkli ve oldukça zengin mahalli üslubunun silinmez izlerini taşıyor. 

Refik Başaran, aynı zamanda bağlamayı ve türküyü geniş kitlelere ulaştıran önemli bir kültür taşıyıcısıdır. Orta Anadolu halk müziği kültürünün ilk ve en değerli halkalarından biridir.          
Refik Başaran'ın adını unutturmayan türkülerin başında, genç yaşta vurularak öldürülen Ürgüplü Cemal'in ardından karısı Şerife'nin söylediği meşhur ağıt geliyor. Bu içli ağıt, geçmişte olduğu gibi günümüzde de yalnız Ürgüp'te değil, Orta Anadolu başta olmak üzere pek çok yöresinde söylenmekte.

Şen olasın Ürgüp dumanın gitmez 
Kıratım acemi kolanı tutmaz
Oğlum pek küçük yerimi tutmaz
Cemalım Cemalım algın Cemalım
Al kanlar içinde kaldın Cemalım

Refik Başaran son yıllarını Anayurt köyünde geçirdi. 1947 yılının bir yaz günüydü. Ayaş pazarından yol arkadaşıyla köye dönerken bir pınar başında mola vermişlerdi. Bir süre sona herkes pazar heybelerini sırtlayarak tekrar yola koyuldu. Refik Başaran orada kaldı. Çok geçmeden ölüm henüz kırk yaşındaki usta sanatçıyı ıssız bir dağ başında yakaladı. Yunusça bir garip ölümdü. Nice zaman sonra cesedi bulundu. Gözyaşları içinde Ayaş'ta toprağa verildi.
Refik'in ölümü üzerine söylentiler çıkarılmıştı. Kimine göre terk edileceği korkusuyla birlikte yaşadığı kadın öldürtmüştü. Kimine göre Ayaş'taki bir düğünden sonra Ankara'ya dönerken bindiği eşekten düşerek ölmüştü. Bir başka söylentiye göre 6 Mayıs 1947'de Hıdırellez törenlerini kutlarken fenalaşarak ölmüştü. Gerçek olan o ki, ömrünü Türkü sevdasıyla gurbette geçiren Refik Başaran'ın mezarı da gurbetteydi. Ancak otuz yıl aradan sonra 1977 yılında kendi köyü Taşkınpaşa'ya nakledildi. Tanrıdan rahmet diliyoruz.  

Bir Refik Başaran türküsünü daha size hatırlatarak yazımı bitiriyorum: 

"Merdivanın altından
Gel odama odama
Essahtan bir yâr gibi
Naz edersin adama."