Her şey 2007 yılında Ümraniye'de bir gecekonduda 27 el bombasının ele geçirilmesiyle başlamıştı. Türkiye'ye önemli bir devri yaşatan, hatta ülkenin seyrini belirleyen 400'e yakın sanıktan oluşan Ergenekon davasında, "çok özel" savcıların talebiyle "çok özel" mahkemeler tarafından verilen "çok özel" cezalar iptal edildi. Yargılama esas ve usul yönünden bozuldu.

Yargıtay'ın bozma gerekçesi bir anlamda bugüne de ışık tutacak hukuk dersi niteliğinde. Yargıtay, aynı zamanda "Ergenekon diye bir örgüt yok" dedi.

Kararı tek tek sanıklar yönünden değerlendirmeye gerek yok. Çünkü, yargı süreci noktalanmadı ve Yargıtay kararıyla yeniden yargılama söz konusu olacak.

Sanıkların tamamına beraat de çıkabilir bu yargılama süreci sonunda.

Hukuk tekniği bakımından "özel" mahkemelerin kararları bugüne kadar çok konuşuldu, Yargıtay kararı da halen konuşuluyor.

Biz işin, tarihsel süzgecine ve siyaset tekniğindeki yerine bakalım isterseniz.

* * *

Ergenekon davası, neredeyse üç seçim meydanların konusu oldu. "Derin devletle, askeri vesayetle, demokrasi dışı güçlerle hesaplaşma" nidaları bir yanda, "Cumhuriyet fedaileri yargılanamaz" diyerek çeteleri de mağdur ilan edenler diğer yanda atışıp durdular. Zekeriya Öz yetmiyormuş gibi, siyaset arenasının güçlü isimleri de savcılığını ilan etmişti. Çünkü, çevresindekiler öyle empoze etmişti...

Daha 28 Şubat'ın dumanı tüterken, 28 Şubat mağduriyetinden iktidarı kazanma şansına erişenler elbette "askeri vesayetle" hesaplaşacak, "derin devlet" yapılanmasını çökertmek için irade kullanacak, hatta "kozmik yapılanmalar" bile çökertilecekti.

Bu operasyonlara devlet erkini ikna etmenin çok kolay olmadığını biliyorum.

Kumrular'da patlayan bombalar, Mercedes Vito araç içerisinde otoparkta bulunan bombalar, kilitli kalan Mercedes kapıları vs. bir dönemin hep karanlık dehlizlerinde kalacak...

Yargıtay'ın "bozma" kararı, işin bu bölümünü kapsamıyor çünkü...

* * *

Bu dava ve benzeri operasyon kurguları, bugüne kadar çok "kağıttan kahraman" üretti. 20-30 yıllık gazeteciler, 20-25 günlük gazeteciler tarafından darbeci ilan edildi, ballandıra ballandıra TV ekranlarından senaryolar anlatıldı. O dönemin "çiçeği burnunda" toy gazetecileri bugün hâlâ ekranlarda boy gösteriyor ve hem siyaseti, hem sporu dizayn etmek için boylarından büyük laflar ediyorlar.

Yine ordu içerisindeki falanca filanca yapılanmaları anlatıyorlar, istifa çağrıları yapıp, operasyon talimatları veriyorlar.

Devletin en tepe noktasındaki isimler bile askerin karşısına geçip "Bu davalar TSK'ya karşı bir operasyondu, biz de kandırıldık" itirafında bulunurken, bu operasyonun çok sesli cazgırları köşelerini korumayı sürdürüyor.

Yazdığı Ergenekon kitapları sayesinde "milletvekili" olmayı başaran gazetecilerin kitapları raflarda duruyor. Kendileri de Meclis sıralarında siyaset yapmaya devam ediyor. Yargıtay kararı üzerine bunların milletvekilliği düşmeyecek elbette, ama yazdıkları Ergenekon kitapları toplanacak mı? Onlar da "kumpasçı" olarak hesap verecek mi acaba?

* * *

Ergenekon torbası yırtıldı ve hukuk adına işlenen tüm rezillikler de ortaya döküldü. Elbette geri dönüş şansımız yok artık. Silivri Cezaevi'nde geçen günleri de, orada can verenleri de geri getirmemiz mümkün değil. Bundan sonraki yargı sürecini adaletli ve şeffaf yürüterek, kamuoyunun gerçeklerle yüzleşmesini sağlayarak gelecek nesillere hizmet etmemiz mümkün. Tarihimizin doğru yazılması için, bugün kimi "gazeteci", kimi "milletvekili" olarak koltuğunu koruyan "kumpas papağanı" şahısların tüm kitapları toplanmalı ve imha edilmeli. Bunu da kendileri yapmalı, toplumun karşısına geçerek "Biz sizin düşünce dünyanızı zehirledik" diyebilmeliler.

ABD'nin, 1 Mart tezkeresi için harcadığı 500 milyon dolardan pay alanlar ile Ergenekon kurgusunu oluşturanlar aynı... O dönemde köşeyi kapıp parayı bulanlar, bugün aynı şekilde papağanlığı sürdürüyor.

Bugün de tek acı söz etmeden gemisini yüzdürenler, eğer o dönemdeki yanlışlara itiraz etseydi, hiç birimiz kandırılmaz, aldatılmaz, hatta kullanılmazdık...