Türkiye, "tarihi ve kültürel bağları" yanında misak-ı milli sınırlarına dahil olduğu için Musul operasyonunda yer almak için çok çırpındı. Musul'u Anadolu'dan koparmak için 100 yıl önce de entrika üzerine entrika kuranlar, bugün de benzer hamleler yaptı. İran kökenli Şii kuvvetler ile PKK "olmayacak" denilmesine rağmen operasyona bir şekilde dahil edildi. Musul'un, terör ve vahşet örgütünden kurtarılması için 36 ülkenin kuvvetleri bir araya geliyor. Tek engel Türkiye'ye çıkarılıyor.

Neden?

Bir asırdır kalbi Türkiye ile atan, türkülerimiz, ağıtlarımız bir olan Musul halkına dönük bir oyun oynanıyor da ondan...

Bu oyun, ABD'nin Irak'ı işgaliyle birlikte başladı ve devam ediyor. DAEŞ'in işgalinden önce de Musul ve Kerkük'ü Türkmenlerden arındırma süreci yaşanıyordu, şimdi de...

Olaya bu açıdan yaklaşınca birilerinin hemen "ırkçı bakış açısı" diyerek burun kıvırdığını hissediyorum. Ama birilerinin İslâmiyet adına Arapçı, "halkçılık" adına Kürtçü, "çağdaşlık" ve "demokrasi" adına Batıcı ve hatta Rusçu kesildiği bir yerde buna hiç şaşırmıyorum.

* * *

Hep birlikte hatırlayalım 2003'ten sonra bu coğrafyada yaşananları...

Irak askerleri, ABD işgalinin hemen ardından 10 Nisan 2003'te Kerkük'ü boşaltıp güneye çekilince Peşmerge işgali başladı burada. Türkmen şehrine girmekle kalmadılar, şehirdeki resmi daire binalarını, hastane, işyeri, evleri, özel araçları yağma ve talan ettiler. İlk yağmalanan yerlerin başında tapu ve nüfus müdürlükleri geliyordu... Sistemli, planlı ve programlı bir şekilde yüz binlerce Kürt, Kerkük'e yerleştirildi. Irak işgal altında ve Kürtler ABD'li işgalcilerle işbirliği içindeydi. Çocuklara bile tecavüz eden ABD ile...

Türkiye, İran ve Suriye'den 700 bin Kürt, 20 bin Dolar para, aylık maaş ve arazi vaadi ile Kerkük'e getirildi. Kerkük'te 2004 yılında 369 bin olan toplam seçmen sayısı 2014 yılı itibarıyla 841.297 bine yükselmiştir. Bu bilgiler Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu tarafından yayınlanan bilgilerdir. Bugün Kerkük'ün nüfusu 1.5 milyonu aştı, 2 milyona dayandı... Kerkük'le ilgisi olmayan bu insanları Kerkük'e yerleştiren, finansını sağlayan ve maaşa bağlayan kimlerdir ve hedefleri nedir? Petrol zengini Türkmen şehri Kerkük'ü de içine alacak bir Kürt devleti...

Abu Garip hapishanedeki işkence skandalını dünyaya duyuran Pulitzer ödüllü Amerikalı gazeteci yazar Seymour Hersh; "Kerkük'ün demografisini değiştirmek için kente her gün 50 Kürt aile gönderiliyor. Bağımsızlık ve petrol istiyorlar" diye özetlemişti Kerkük'teki değişimi...

* * *

Musul'da da benzer bir süreç yaşandı. Şii Bağdat ile Kürt yönetimi arasında sıkışıp kalan nüfusun bulunduğu Musul'u DAEŞ'in işgali de çok kolay oldu. Bağdat'a bağlı polis güçleri tek bir mermi atmadan teslim etti Musul'u DAEŞ'e... Derin ABD'nin "laboratuvar mikrobu" DAEŞ, sadece Türk Konsolosluğu'nu işgal etti ve 49 kişiyi rehin aldı. Diğer ülkelerin dış temsilcilikleri, sanki işgale hazırlanır gibi önceden tahliye edilmişti. DAEŞ'in Musul'u alacağını bir tek Türkiye öngörememişti. Ya da bir tek Türkiye oyunun dışında tutulmuş ve ona haber verilmemişti.

4 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye'deki Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesiyle, DAEŞ'in konsolosluk görevlilerini rehin alması arasında bu açıdan hiç bir fark yok. Birini bizzat ABD askerleri yapmıştı, ikincisini ise ABD'nin Ortadoğu'daki yerini sağlamlaştırmak için kurulan DAEŞ...

Şimdi yine DAEŞ'ten kurtulma adı altında Büyük Barzanistan kuruluyor ABD ve müttefikleri eliyle. Yani nihai hedefe ulaşmak için son adımlar atılıyor. Bu adımlar da Türkiyesiz olmak zorunda, yoksa hesaplar bozulur...

* * *

2007, 2008 ve 2009 yıllarında görüştüğümüz Başbakanlık'taki "dış Türkler" ile görevli yetkililere, ısrarla "Diyarbakır'ın da, Musul ve Kerkük'ün de güvenliği Balkanlar'dan başlıyor" demiştim. Avrupa Birliği'nin, Türkiye'de, Irak'ta ve Suriye'de Kürtler için talep ettiği şeylerin hiç birisinin Balkan coğrafyasındaki Osmanlı bakiyesi "azınlık" halklara verilmediğini detaylarıyla anlatmıştım. Çünkü, hem Yunanistan hem de Bulgaristan'da bulunan Türk azınlığın ana dilde eğitim dahil birçok hakkı uluslararası antlaşmalarla kayıt altına alınmış haldeydi. "Azınlık" olarak tanımlanmışlar ve kendi okullarında, kendi dillerinde eğitim hakkına sahip olmalarına rağmen bu haklarını hiç bir zaman kullanamamışlardı. Hatta, Ankara Anlaşması'nda Bulgaristan'daki Türk azınlığın hakları arasında "otonomia" bile sayılıyor. Yani yerelde özerk yönetim...

İşte o yıllarda biz bunları anlatırken, "ana dilde eğitim diyerek birilerini kışkırtmayın" diye çıkıştı bize o dönemin yetkili ve etkilileri... Tamamen FETÖ'ye terk edildi Balkan coğrafyasındaki evlad-ı fatihanla ilişkiler. Anlatamadık, "oradaki hakların peşine düşersek, bize birçok konuda tek söz edemezler" tezimizi...

Kısaca, aslında biz misak-ı milli sınırlarımız içerisindeki bölgelerde, yani Musul'da, Kerkük'te gücümüzü; Batı Trakya'ya, Gümülcine'ye, Kırcaali'ye, Filibe'ye kulaklarımızı tıkayarak kaybettik...