Her kitabım sevinç ve üzüntü ile birlikte doğmuştur. Sevinirim, çünkü çocuklarıma birisi daha eklenmiştir. Elime alıp karıştırdıkça, noksanlarını görmeye başlarım. O andan itibaren bitmez üzüntülerim başlar. "Ah şu da olsaydı, bunu da ekleseydim!" diye kendi kendimi yer tüketirim. Bir süre sonra, noksanlı veya kusurlu malın sahibi olarak yüreğim sızlar, başım önüme düşer. 

Niçin bu duruma düşeriz? Her şeyden önce kusursuz ve noksansız olan yalnız Allah'tır. Kusur ve noksan biz kullara özgüdür.  Ama noksanın en azına ulaşılamaz mı? Bir yazar bundan başka bir şey istemez, dilemez. 

Kimi zaman yeni bilgileri öğrenmemişsinizdir. Kimi zaman, bilgilere ulaştığınız anda,  kitap yola çıkmış, dönülmeyecek bir noktadadır. İçiniz kan ağlayarak doğan kitabı elinize alırsınız. Çoğu zaman yayınevi, şu kadar sayfayı geçmesin diye şart koşar. Kafa yorduğunuz, göz nuru döktüğünüz, her harfi parmaklarınızın ucundan çıkmış olan sayfaları budamaya başlarsınız. Sayfaları paragrafları çizip atarken, içinizden bir şeyler kopup gider.  

Belki okuyucu bilmez, farkına varmaz. Ama, adım gibi bildiğim şey, altmışı aşkın kitabımda hep bir şeylerin noksan olduğudur. 

Gecen gün, bir tanıdık aradı: "Senin Deyimler kitabını karıştırdım. 'Körlerle sağırlar birbirini ağırlar' sözünü almamışsın," dedi. Hazırlıksızdım birden cevap veremedim. Ama bu sözü işlediğimi çok iyi hatırlıyordum. Kitabı alıp baktım, gerçekten yoktu. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. "Eyvah" dedim.  Sonra aklıma geldi. Bu söz deyim değil, atasözüydü. Atasözleri kitabına baktım. Derinden bir  "Oh!" çektim. 

"Körler sağırlar, birbirini ağırlar" diye yazdıktan sonra, parantez içerisinde "Bk.. Sağırlar birbirini ağırlar" diye yönlendirmişim. Sonra şu açıklamayı düşmüşüm:

"Toplum içinde önemsenmeyen kişiler, birbirine değer verir, saygı gösterirler. Zaman zaman aşırıya kaçtıkları olur ki, dikkati çeker ve alay konusu olurlar."

Açıklama bu kadar kısa olmamalıydı. Ama yayınevinin üç yüz sayfayı geçmesin dayatması karşısında, atasözlerine yazdığım açıklamalar alttan, üstten budanınca, bu kadar kalmıştı. Kitabı kapatıp, kitapla ilgili notlarımın bulunduğu dosyayı karıştırdım. 

Konya yöresinde, "Keller sağırlar, birbirini ağırlar" denildiğini, Kayseri Sivas yöresinde "Körler sağırlar, bir birini ağırlar" şeklinde kullanıldığını, Erzurum yöresinde "Keller yağızlar (yağırlar) birbirini ağırlar" diye söylendiğini not almışım. Notlarım arasında 11 Mayıs 2001 tarihli Radikal gazetesinde Hakkı Devrim'in yazısından bir alıntı koymuşum: 

"Körler ile sağırlar..., Keller ile yağızlar... diye başlatanlar da var. 'Toplum içinde itibar sahibi olmayanlar birbirini ağırlayıp oyalanır' anlamında söylenen bu deyimde sağırlar tamam da, körlerin, kellerin ne işi var? Sualim buydu. 

- Ben bir bakayım, dedi Zihni.(Rahmetli tiyatro sanatçısı Zihni Küçümen'den söz ediliyor) Birkaç saat sonra aradı: 

- Yedi sağırlar birbirini ağırlar! 

Bu 'yedi', deyime bir araya gelenlerin bir üstünlük, seçilmişlik iddiası da bulunduğu anlamını ilave ediyor. 

Zihni'ye nereden bulduğunu sormayı unutmuşum. Şimdi, imkânım da yok artık. Dün kendim arayayım derken gözüm, körler üzerine deyimler ile mesellere takıldı. Peşi peşine okuyunca bir âlem... İnsana, belli bir yerdeki hep aynı insanlardan söz edilmekteymiş gibi geliyor."

Sözün ortasını bulmak için "Keller, körler, sağırlar, birbirini ağırlar." haline getirmeyi denemişim. Sonra bunu atasözüne müdahale kabul ederek vazgeçmişim. 

Yarınki yazımda bu atasözünün ne demek istediğini yazarak bir hisse çıkarmaya çalışacağım.