Avrupa'nın baş sorunu haline gelen Suriyeli mültecilerin Türkiye'ye geri gönderilmesini kabul ettiğimiz "geri kabul" anlaşmasını imzaladığımız tarihlerde Kilis, neredeyse Nobel Barış Ödülü'ne aday gösteriliyordu.

Yerli nüfusu 90 bin olan bir il, 110 binden fazla Suriyeli mülteciye sığınak olmuş, adeta Kilis'in demografik yapısı değişmişti.

Medeniyetin bayraktarlığını yapan Avrupa ülkelerinin barındıramadığı sayıda mülteci, Kilis'te hayata tutunmuştu.

AB ile yaptığımız "geri kabul anlaşması" bize "vize muafiyeti" ve "3 milyar Euro hibe" ambalajıyla pazarlanıyordu. Bu sütunda "AB Üç Beş Kuruşla Kurtulmak İstiyor" ve "Avrupa Faturayı Yine Bize Kesti" başlıklı yazılarla durumu değerlendirmiştik. Bugün yaşananlara bakınca yazdıklarımızın hiç birinde haksız çıkmadık.

Avrupa yine ipe un serdi ve hem vize muafiyeti için, hem de mültecilerin barınması için vereceği para konusunda yan çizmeye başladı.

* * *

NOBEL'e aday şehir Kilis, Ocak ayından bu yana Batı'nın çilingiri IŞİD tarafından roket yağmuruna tutuluyor. Vekalet savaşlarının en vahşi şekilde sürdüğü Suriye topraklarında konuşlanmış terör örgütü, kamyonetlere yüklediği füze rampaları ve havanlarla Türkiye sınırına yaklaşıyor, ağaçların arasından Rus yapımı Katyuşa roketleri ateşliyor ve çekip gidiyor.

IŞİD roketlerini ateşledikten sonra yapabileceğimiz tek şeyi yapıyoruz ve Fırtına toplarını ateşliyoruz. IŞİD hedef gözetmeksizin koca bir şehire füze yağdırıyor ve mutlaka attıkları bir eve denk geliyor. Atılan füze can almadığında şükrediyor, ucuz atlattık diye seviniyoruz artık...

Fırtına toplarını yine ateşliyoruz, menzili yeterse bazı IŞİD mevzilerine hasar veriyoruz. Kaç IŞİD militanının öldüğü, Kilis halkını ilgilendirmiyor. Onlar, kaybettikleri canlara ağıt yakıyor, evlerindeki, işyerlerindeki hasarı nasıl gidereceklerini düşünüyor ve bir sonraki roketin kendilerine denk gelmesinin korkusuyla hayatta kalma mücadelesi veriyor.

Kilis halkının yüzde 40'tan fazlası şehri Suriyeli sığınmacılara bırakarak evlerini barklarını terk edip göçtü. Kalanlar sokağa çıkamıyor, çocuklar okula gidemiyor.

* * *

Türkiye'ye füze yağdıran IŞİD mevzilerini, Rusya ile yaşadığımız uçak krizi nedeniyle havadan vuramıyoruz. Rusya, IŞİD'i vurmak için Suriye hava sahasına girmesi halinde Türk jetlerini vuracağını açıkça ilan etti. Bırakın jetleri, top atışlarından bile rahatsızlık duyduğunu belirtip küstah tehditler savuruyor Rusya.

Peki "müttefikimiz" ülkeler ne yapıyor?

Üyesi olduğumuz ve bir önceki yazımızda "bu ortaklık böyle yürümez" dediğimiz NATO ne yapıyor?

IŞİD'le mücadele gerekçesiyle aktif kullanıma açtığımız ve neredeyse tüm Avrupa ülkelerinin "koalisyon güçleri" adıyla jetlerini bulundurduğu İncirlik Üssü'nden, Kilis'i vuran IŞİD mevzilerine tek bir uçak kaldırmıyor.

NATO, Türkiye'yi bir kez daha tek başına bıraktı Suriye konusunda...

Neden?

Çünkü, Türkiye, Kilis'in karşısında bulunan sınır bölgesine Suriyeli ılımlı muhalifler ile Özgür Suriye Ordusu mensuplarının yerleşmesini istiyor. Batı ise, bu bölgenin tamamen PKK'nın Suriye kolu PYD'nin silahlı güçlerine verilmesinden yana...

* * *

ABD ve Avrupa, üç yanı denizlerle çevrili Türkiye'nin güneydeki tek komşusunun özerk Kürt grupları olması için çabalıyor. Bir yandan PKK terörüyle boğuşan Türkiye'ye, IŞİD eliyle Kilis'ten tokat üzerine tokat atarak, o bölgenin Suriye PKK'sının eline geçmesine ikna olmamızı istiyor.

Türkiye ile Arap coğrafyası arasına "Kürt tampon bölgesi" yerleştirmek isteyen Batı, 100 yıl önce yarım kalmış bir hesabı adım adım tamamlama peşinde.

Libya'da petrol kuyularını ele geçirmek için iç karışıklıklar başlar başlamaz devreye giren Batı veya NATO'nun, Suriye'de "yesinler birbirini" politikası izlemesinin tek sebebi bu.

NATO'nun IŞİD bahanesiyle Türkiye topraklarını kullanıp, bu örgütün füze yağdırdığı Türkiye'yi savunmasız bırakmasına karşı neler yapabileceğimizi konuşmamız gerekiyor artık.

"NATO yerine İslam Ordusu" dediğinizi duyar gibiyim. İyi ama Batı'nın kışkırtmasıyla 100 yıl önce bizi sırtımızdan hançerleyen kabile devletlerine ne kadar güvenebiliriz ki?

"Bizim bizden başka dostumuz yok, görmüyor musunuz" diye haykırıyorum ama, La Fonten hikayelerinin gürültüsü yüzünden duyulacağını hiç sanmıyorum...